27 Mayıs bir darbedir, hem de vahşi bir darbedir
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde öğrenci veya devlet memuru olanlar, 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı ve o münasebetle ilan edilen resmî tatili hatırlarlar. Bizim açımızdan tadı tuzu olmayan bir tatildi. Aile içinde günün bayram ve tatil ilan edilmesinin bıraktığı kekre bir halet-i ruhiye hakim olurdu.
İlkokul yıllarımdaki Hayat Bilgisi / Sosyal Bilgiler derslerinde olsun, Mayıs ayı ünite dergilerinde olsun, konunun iştahla işlenmesi ve 27 Mayıs’ta olana “devrim” denmesi bulunduğum sınıftaki az sayıda çocuğun göz göze gelmesine, tarif edemedikleri ama dışa da vuramadıkları bir öfkeye sebep oluyordu. Amcası bir sağ partide yöneticilik ve bakanlık yapan ve önümdeki sırada oturan kızla fısır fısır birbirimizi teskin ederdik. Ünitenin bu bahsinin kapanmasını beklerdik.
İlkokul öğretmenimiz, Allahı var, o konular geldiğinde bizlere değil, “doğru cevapları” vereceklerine emin olduğu, sınıfın çalışkan kızlarına, göze girme sevdalısı oğlanlarına sorardı soruları. Hani şu ütülü beyaz mendilleri ve kokulu silgileri olan, kalemtraşlarını hiç kaybetmeyen iftiharlık çocuklara. Onlar da tam kitapta ve dergide yazan cümleleri motamo tekrar edip bir sözlüden daha artı alır, gururla yerlerine otururdu; “… ülkemizi bu kötü yönetimden kurtaran Silahlı Kuvvetlerimiz, yeni ve cumhuriyetimize yakışır bir Anayasa kazandırmış …” vesaire vesaire.
Cumhuriyetin ilk darbesi
Bu derece şahsi bir anıyla yapılan girizgâhın nedeni, bazı şeylerin kafamıza geç dank etmesine bir örnek teşkil etmesidir. Bugünden geriye baktığımızda gencecik dimağlara 27 Mayıs’ı bir “devrim” olarak zerk etmeye çalışan, ülkeyi tedavisi çok güç kolektif bir şizofreninin göbeğine atan zihinsel yapının sökülüp atılmasının elzem olduğu aşikâr.
1980 darbesine kadar gençlerden 27 Mayıs’a devrim demesi bekleniyordu; 27 Mayıs yanlısı orta yaşlı ve yaşlılar “inkılap” derdi. Öyle ki yakın zamana kadar en azılı 27 Mayıs karşıtları bile “ihtilal” derdi ona. Onlar olumsuz anlamda kullansa dahi ihtilal, Fransız İhtilali gibi örnekleriyle olumlu olarak yer etmiş bir kelimeydi. Oysa konu mesela Şili’den açılsa, Augusto Pinochet’nin yaptığına herkes bir ağızdan “darbe” diyordu aynı yıllarda. Yani darbe kelimesi ve o kelimenin kabul görmüş bir anlamı vardı ve kullanılıyordu. Ama hiç kimse, mağdurları dahi, 27 Mayıs’a yakın zaman kadar bu kelimeyi kullanamıyordu. Neden mi?
Propaganda merkezleriyle 27 Mayıs
Adnan Menderes ayağını denk almazsa karşısında askeri bulacağı ve bunu da hak etmiş olacağı fikri, özellikle 1955 sonrasında, basın ve üniversite başta olmak üzere doğal bir süreç gibi dillendiriliyor, zihinler buna hazırlanıyordu. CHP ise bu sürecin hem siyasi ayağını hem de orkestrasyonunu üstlenmiş gençliği orduyu göreve çağırması için kışkırtıyordu.
Üretilen yalan haberler, olumlu gelişmelerin dahi ters yüz edilerek hıyanet gibi yansıtılması, Menderes’in meşhur radyo konuşmasında serzenişte bulunduğu, halka şikâyet ettiği konulardı. Siyasi rakibinin mertçe oynamaması Adnan Bey’i üzüyordu.
Kısaca tekrar etmek gerekirse, üniversite öğrencilerinin toplu halde öldürülüp Et Balık kombinasında kıyma yapılıp asfaltlara gömüldükleri, Menderes’in on iki uçak dolusu altınla yurt dışına kaçmaya çalıştığı, Kars ve Ardahan’ın SSCB’ye satıldığı, Bayar’ın bankada yüz üç milyon lirasının bulunduğu, DP teşkilatlarına asker elbisesi ve silah dağıtıldığı gibi haber ve iddialar hem darbeye giden süreçte hem de darbenin sıcak saatlerinde CHP’li mahfillerce ortaya atılmış ancak Yassıada’da hiçbiri doğrulanamamıştır.
Darbe gerçekleştikten sonra bunlarla da yetinmeyen cuntacılar, Yassıada Mahkemeleri’nin kendisini ve açılan dava dosyalarının başlıklarını bile birer propaganda malzemesine dönüştürmüşlerdir. “Bebek Davası”, “Köpek Davası”, “Örtülü Ödenek Davası” gibi sonuçları fos çıkan davalar, içerikleriyle sadece DPlilerin, özellikle de Menderes ve Bayar’ın itibarını hedefleyen halk nezdinde onların birer “düşük” olmasının adil olduğunu ispata yönelik manevralardı. Mahkeme savcısı Altay Ömer Egesel hazirun ve heyetin önünde bir kadın külotunu havada sallıyor ve bunun Başvekâlet hususî kasasından çıktığını iddia ediyordu.
Yassıada’da bunlar olur ve radyodan canlı yayınlanırken, halk beklenen destek bir yana tepki vermeye başlamıştı. İşte bu tepkiyle baş edebilmek ve 27 Mayıs’ı meşrulaştırmak için topyekûn bir propaganda bombardımanı başlamış ve neredeyse o sürecin baş eseri diyebileceğimiz “Düşükler Yassıada’da” belgesel filmi çekilmiş, tüm yurtta sinema salonlarında gösterime verilmişti. Filme tepki daha büyük oldu. Zoraki bir kurgu olduğu, Yassıada mahkûmlarının gözlerinden anlaşılıyor, bu yolla adeta Menderes ve Bayar’ın sevenleri, darbeye hak vermek şöyle dursun, hırslarını pekiştiriyorlardı.
Kitapçıklar, marşlar ve daha neler
Alelacele basılan ve halka dağıtılan ilk kitaplardan biri Ali Ekrem İnal ve Rakım Çalapala’nın “27 Mayıs İnkılabı” isimli eseridir. 1960 sonbaharına yetiştirilen ve MEB tarafından İlkokul 5. Sınıf Tarih müfredatına eklenmesi “uygun” görülen yayın, nispeten ılımlı bir dille başlıyor ve DP’nin ilk yıllarda doğru işler yaptığı sonradan bozulduğu tezini işliyordu.
1961 Basımı “27 Mayıs Marşları”, yine aynı basılmış “27 Mayıs Piyesi” ve “Okulda 27 Mayıs” gibi tedrisata sokulmuş propaganda yayınları hakkında daha detaylı bilgiyi Çağhan Sarı’nın Nosyon Dergisi’nde 2020’de yayınlanan “27 Mayıs 1960 Darbesini meşrulaştırma girişimleri: Okullarda okutulan propaganda yayınları” makalesinde bulabilirsiniz.
O sırada CHP matbuatı
Özellikle Ulus Gazetesi ve Akis Dergisi hem Yassıada iddianamelerine tam destek veriyor hem de 27 Mayıs’ın “kaçınılmazlığı” konusunda kendi tabanlarını tahkim ediyordu.
9 Haziran Sayısı’ndan şu iki alıntı, CHP yayın organı Akis’in 27 Mayıs’taki yayın politikasını özetler nitelikte:
“Bir iktidar devrilmiş bulunuyor. Sadece İhtilal günü sokaklara fırlayan halkın sevinci heyecanı bu iktidarın ne derece nefret edilen bir iktidar olduğuna göstermeye yetmiştir. Sabık ekabir şu anda bütün bir milletin maskarası olmuş vaziyettedir ve Bayarların, Mendereslerin acıklı sonlan ancak iğrenme hissi uyandırmaktadır. Zaten 27 Mayıs Hareketinin bu kadar kolay başarı kazanması aklı başında, namuslu her Türkün tam desteğine malik bulunması neticesidir”
“Bir noktayı, yeni devrin eşiğinde açıklayalım. Menderes devrinde fikirlerini olduğu gibi açıklamaktan çekinmeyen AKİS, iktidarın değiştiği ve iktidara AKİS'in dostlarının geldiği yeni devrede düşündüklerini hulûs ile ama aynı cesaretle söylemeye elbette ki devam edecektir. Şimdi AKİS yeni iktidarın en hararetli, en güvenilir dostudur, yardımcısıdır”
Siz buradaki “yardımcı” kelimesini rahatlıkla “oyun kurucu” olarak okuyabilirsiniz. Zira İnönü’nün kudreti darbeyle artmış damadının dergisi, 27 Mayıs süreci boyunca da CHP’nin, özellikle de kayınpederin megafonu olacaktır.
1961 – 1980 arası 27 Mayıs propagandası
Bir yandan Cumhurbaşkanlığı, diğer yandan tabiî senatörlüklerle kendini korumaya alan cuntanın bir kısmı da CHP’de siyaset yapmaya başlamıştı. Yukarıda bahsettiğimiz bayram, okul müfredatları ve anıtlar gibi bazı alametlere, 27 Mayıs darbesini bir nebze budayan 12 Mart darbesine rağmen dokunulmamıştı. 12 Eylül 1980 darbesinin bunları kökten kaldırmasıysa Evren’in “demokratlığından” değil, yerine kendi alametlerini koymuş olmasındandır; Anayasa dâhil.
Başka gen arama, bu gen o gendir
27 Mayıs ile 12 Eylül, 9 Mart ile 12 Mart, 28 Şubat ile 15 Temmuz arasındaki farklılık veya çelişki gibi gözüken unsurlar hiçbirimizi yanıltmasın. Bunların hepsi aynı soyağacının değişik kuşakları veya dallarından ibarettir.
Cumhuriyet Türkiyesi’nde çok partili hayata geçişin ilk gününden itibaren seçimle başa gelen (CHP dışındaki) iktidarların “ileri giderlerse” veya “gereğinden fazla seçim kazanırlarsa” iktidardan hangi yolla indirilecekleri özellikle CHP’nin ve onun asker/sivil bürokrasideki uzantılarının zihnî mesaisi olmuştur. CHP’nin 27 Mayıs’a hâlâ tek bir ağızdan “darbe” diyememesi, her fırsatta 15 Temmuz’daki halk direnişini istiskale yönelmesi taşıyıcısı olduğu darbe geninin bir tezahürüdür. 12 Eylül ve 12 Mart’a mesafeleri, sadece içlerinden bir kesimin zarar görmesinden ibarettir; yoksa diğer kesimlerin onlarla da bir sıkıntısı yoktur. Diğer darbe ve girişimler zaten CHP’ye dokunmamıştır.
Zaten bugün 12 Eylül Anayasası’na sıkı sıkıya sarılmış, en ufak değişiklik önerisinde tüyleri diken diken olan, toptan değişim önerilerini namusuna laf edilmiş gibi gören taraf yine CHP’dir; “darbe ürünü olsun da ister çamurdan olsun” dercesine.