Nasreddin Hoca'nın memleketi, Gönül Dağı dizisinin çekildiği yer olan Sivrihisar, antik Yunan'dan bu yana tarih sahnesinin en önemli yerleşim yerlerinden biri arasında yer alıyor... Son dönemlerde de Gönül Dağı dizisi ile de ünü giderek artan Sivrihisar'da mutlaka gezilmesi gereken yerleri sizler için derledik...
1 - Metin Yurdanur Açık Hava Heykel Müzesi
Ankara'ya 120, Eskişehir'e ise 90 kilometre uzaklıkta bulunan ve geçmişte birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Sivrihisar'da, kentin sembollerinden olan Sivrihisar Kayalıkları'nın yanı başında "Metin Yurdanur Açık Hava Heykel Müzesi "yer alıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eskişehir Valiliği ve Sivrihisar Belediyesi'nin destekleriyle oluşturulan müze, tarihi Surp Yerortutyan Kilisesi bahçesi ile Sivirhisar’ın ünlü kayalıkları arasındaki yamaca kurulu. Tarihi Sivrihisar Saat Kulesi de bu tabloyu tamamlayarak alana ayrı bir değer ve güzellik katıyor.
Müzede, heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından yapılan, aralarında Mustafa Kemal Atatürk, Kazım Karabekir, Nasreddin Hoca, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Yunus Emre, Yaşar Kemal, Abidin Dino, Alaaddin Keykubat, Nene Hatun, Bektaşi Dervişi Gülbaba, Kırkpınar Ağası Hüseyin Şahin, Türk Halk Müziği sanatçısı ve derleyicisi Muzaffer Sarısözen, ağ çeken balıkçılar, madenciler ve balerin heykellerinin bulunduğu 100 eser yer alıyor.
2 - Sivrihisar Saat Kulesi ve Seyir Terası
Ülkemizde ve Osmanlı Coğrafyasında onlarca şehirde karşılaşacağınız saat kuleleri içerisinden en görkemlilerinden birini Sivrihisar’da görebilirsiniz. Sivrihisar Saat Kulesi tüm ihtişamıyla yolu Sivrihisar’dan geçenleri selamlamaktadır. Sivrihisar’ın en önemli simgelerinden biridir. 1899 yılında döneminin kaymakamı Mahmut Bey ve Belediye Reisi Yüzügüllü Hacı Mehmet Efendi tarafından yapılmıştır.Sivrihisar’ın simgelerinden biri olan Saat Kulesi, şehrin kuzeyinde bulunan kayalıklar üzerinde yer alır. H.1318/M. 1902 tarihli Ankara Salnamesi’nde saat kulesinin H.1316/M.1899 yılında dönemin kaymakamı Mahmut Beyve Belediye Reisi Yüzügüllü Hacı Mehmet Efendi tarafından yaptırıldığı (Erol Altınsapan/ Ankara Salnamesi 1318, s.155) kaydedilmektedir. Ayrıca salnamede saatinin Avrupa’dan getirildiği de anlaşılmaktadır.
Ağırlıkla çalışan saat buçuklarda bir kez tamlarda 1 dakika aralıklarla iki kez saat sayısı kadar vurmaktadır. Saat kadranı şehre hakim yere konulmuştur. Haftada iki kez kurulan saatin sivri kayalıklar üzerine konumlandırılan kulesi, kare prizma gövdeli ve 12 metre yüksekliktedir. Kuleye arka tarafındaki 8 basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Üst üste bindirilmiş üç bölümden meydana gelen kulenin ikinci bölümünde parmaklıklı bir balkon oluşturulmuştur. Bunun üzeri kubbe ile örtülüdür. Anahtar deliği biçiminde yapılan üst bölümünün üzeri dört yüzeyi basık bir çatı ile örtülüdür. Tepesinde alem şeklinde bir paratöner yer alır.
2015 Yılında Sivrihisar Belediye Başkanı Hamid Yüzügüllü tarafından restorasyon ve aydınlatma çalışması yapılmıştır. Aydınlatma çalışmasıyla eşsiz bir gece görüntüsüne sahip olan mimari yapı görenlerin büyük beğenisini toplamaktadır. Şimdilerde ise Asırlık saat kulesi CAM SEYYİR TERASI yapımı çalışmaları tamamlanarak ziyaretçilerine Muhteşem Sivrihisar manzarasını keyifle izleme olanağı saylayacaktır.
Ülkemizde ve Osmanlı Coğrafyasında onlarca şehirde karşılaşacağınız saat kuleleri içerisinden en görkemlilerinden birini Sivrihisar’da görebilirsiniz. Sivrihisar Saat Kulesi tüm ihtişamıyla yolu Sivrihisar’dan geçenleri selamlamaktadır.
3 - Surp Yerotutyun Tarihi Ermeni Klisesi
Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde bulunan Surp Yerortutyun (Ermeni) Kilisesi 1650’de inşa edilmiş olup, 1876’da yangın sonucu zarar görmüş ve 1881 senesinde Patrik Nerses Varjabedyan döneminde mimar Mintes Panoyat tarafından yeniden inşa edilmiştir. Kilise, Ermeni mahallesinin orta kısmına saat kulesinin eteklerine yapılmıştır. Tamamı taş işçiliği olup yerel taş imalidir. Yapımında pek çok Türk de çalışmıştır. Türkiye’nin en büyük Kiliselerinden biridir. Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde bulunan Surp Yerortutyun (Ermeni) Kilisesi 1650’de inşa edilmiş olup, 1876’da yangın sonucu zarar görmüş ve 1881 senesinde Patrik Nerses Varjabedyan döneminde mimar Mintes Panoyat tarafından yeniden inşa edilmiştir. Kilise, Ermeni mahallesinin orta kısmına saat kulesinin eteklerine yapılmıştır. Tamamı taş işçiliği olup yerel taş imalidir. Yapımında pek çok Türk de çalışmıştır. Anadolu’nun en büyük 3 kilisesinden biridir. 1400 m2’lik alanda inşa edilmiş olup uzun yıllar bakımsız kalmıştır. Yapı, kültür ve toplantı amaçlı pek çok hizmete elverişli haldedir.
1853-56 Kırım Savaşında, padişah Abdülmecid fermanı ile Kırım ve Kafkasya’dan göçmen olarak, Sivrihisar’a yerleşen Ermeniler toplam 4177 kişi olup 360 hane mevcuttu. Sivrihisar’ın kuzeyine hisar ile Baba çeşmesi arasına Yazıcıoğlu kalesi ve kayalığın eteklerine yerleşmişler. 1916 yılında topluca Suriye’ye dönüyorlar. Oradan da pek çoğu Fransa ve Marsilya’da yerleşmişlerdir. Az sayıda da olsa İstanbul’da varlığı bilinmekte.
Ermeniler Sivrihisar kültürüne ciddi katkıda bulunmuşlar. Özellikle el sanatında (kuyumculuk), terzilik, bağcılık ve yemek çeşitleri halen sürdürülmektedir. Kendi adlarını taşıyan bağ ve bağ evleri hamamları halen mevcuttur.
Kilisenin iki tarafında çan kuleleri bulunmaktadır. Kızıl kesme taştan yapıldığı için Kızıl Kilise de denilen yapı belli belirsiz fresklerle bezelidir. Kilisenin arka kısmında vaftiz odası, güney kısmında papaz odası bulunuyor. Kilise’nin kitabesinde şunlar yazılıdır: “Cemaat üyelerinin yardımlarıyla kutsal üçlü (SURP YERORTUTYUN) adına bir kilise inşa edildi.
Surp Yerortutyun Kilisesinin batı cephesinde bulunan üst sıra pencerelerin kilit taşlarına sayıların tek tek yazılmasıyla inşa tarihi verilmiştir. Buna göre yapının inşa tarihi 1881 yılıdır.İç mekandaki sütunlardan dördünün; kuzeybatı köşeden ikinci, üçüncü ve dördüncü sütunların üzerine tamir edildiğine dair bilgiler yazılmıştır. Kuzeybatı köşeden ikinci sütunda Ermenice metinden sonra “25…” ibaresi ile “…09” ibaresi bulunmaktadır. Tarafımızdan bunun da “25… 1909” olabileceği düşünülmektedir. Kuzeybatı köşeden üçüncü sütunda ise verilen Ermenice yazının altında “19..9” tarihi görülmektedir. Tarihteki üçüncü sayı tahribattan dolayı tam okunamamaktadır fakat kalan izlere bakılarak “0, 2 veya 9” sayılarından birisi olabileceği düşünülebilir. Okunamayan üçüncü sayının “0” olma ihtimali daha yüksektir.
Kuzeybatı köşeden dördüncü sütunda ise Ermenice verilen bilgilerden sonra “1..05” sayılarını içeren bir tarih yer almaktadır. Yine tahribattan dolayı okunamayan ve hafif izleri kalan ikinci rakamın “9” olması gerektiği düşünülmektedir.
Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşamakta olan Ermenilerin dini yapıları, Osmanlı Devleti’nin koyduğu kurallar çerçevesinde yapılmıştır. Gayrimüslimlerin azınlıkta olmasının da etkisiyle yapıların sayısı da azdır. Osmanlı Devleti’nde yeniliklerin yoğun yaşandığı 19. yy.da ilan edilen fermanlarla gayrimüslimlerin hakları daha da artmıştır. 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanıyla Osmanlı toplumlarında gayrimüslim olan toplulukların sosyal ve siyasal statüsü değişmiştir. Osmanlı Devleti’nde yeniliklerin yaşandığı bu dönemde, gayrimüslimler özellikle taşrada yoğun imar faaliyetlerine başlamıştır. 19.yy.’ın ilk yarısında, yeni ve değişik bir anlayışın yönetime etkimesi yeni olayların, yeni oluşumların toplum katlarına yansımasına yol açmıştır. Bu da mimarlıkta, daha çok azınlıkların bulunduğu yörelerde, yeni kilise yapılarıyla somutlaşmıştır. Araştırma konusu olan Surp Yerortutyun Kilisesi de Islahat Fermanı’ndan daha sonraki dönemde yapılmıştır. Yapı, günümüzde Sivrihisar olarak bilinen ilçede yer almaktadır.
Eskişehir Ermenileri konusunda ayrıntılı bilgi veren “Ermeni Tehciri ve Eskişehir Ermenileri” isimli tez çalışmasında, Eskişehir’de yaşayan Ermenilerden ilk bahseden kişinin seyyah Paul Lucas olduğu ve 1705 yılında Eskişehir’e uğrayan Lucas’ın Eskişehir’den 2 kilometre uzaklıkta bir köye gittiği belirtilmektedir. Burada bir tepenin eteğinde Ermenilerin oturduğu aktarılmaktadır. Eskişehir’e XIX. yüzyılda gelen seyyah J. Macdonald Kinneir’in ise şu anda Eskişehir’in bir ilçesi konumunda olan Sivrihisar’da o dönemde 400’ü Hıristiyan olmak üzere toplam 1500 insanın yaşadığı bilgisini verdiği de aktarılmaktadır. Eskişehir ve civarına XIX. yüzyılın ikinci yarısında gelen G. Perrot’un ise Sivrihisar’da yaşamakta olan Ermenilerin varlığından bahsettiği ve Sivrihisar’da bir de Ermeni Okulu bulunduğu bilgisini verdiği belirtilmektedir.
1882 yılında Eskişehir ve civarına gelen diğer gezginler Humann ve Puchstein’in, Eskişehir’in nüfusunu bir kısmı Ermeni olmak kaydıyla 10.000, Sivrihisar’ın nüfusunu ise hane olarak. 2.000 Türk evi ve Sivrihisar’ın kuzeybatısında ise 800 hanelik bir Ermeni Mahallesi olduğu bilgisini aktardığı da belirtilmektedir 9 . Bu rakamlardan da anlaşıldığı üzere Sivrihisar’da yaşayan Ermeniler XIX. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde sayıları iyice artmış ve artık bir Ermeni Mahallesi oluşturmuşlardır. Bölge olarak bakıldığında, 19. yy.da Ermenilerin, toplum yapısında ve çevre bölgelerin etnik yapısında önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir.
Şemsettin Sami’nin yine aynı eserinde Sivrihisar’ın nüfusunun da 4.000’i Ermeni olmak üzere toplam 34.902 olarak aktardığı bilgisi verilir. Tüm bu veriler de gösteriyor ki Eskişehir ilinde XX. yüzyıl başlarına gelindiğinde tren yolunun da yapılmasıyla nüfus artısına paralel olarak Ermeni nüfusu da artmıştır. Ermeni nüfusun artmış olduğu bu bölgede, Sivrihisar İçesinde bulunan ve 1881 yılında inşa edilen Surp Yerortutyun Kilisesi, bir Ermeni kilisesi olarak dikkat çekmektedir.
Yapı Tanıtımı: Surp Yerortutyun Kilisesi, yapı kütlesi açısından doğu-batı yönünde dikdörtgen, planlanış biçimi açısından ise üç nefli bazilika planlıdır. Naosta kuzey-güney yönde iki sıra halinde dizilen ve birbirine sivri kemerlerle bağlanan dörder tane sütün ile üç nefli bir mekan oluşturulmuştur. Yapı, temelde üç nefli bir bazilikadır. Fakat yapı örtüsünde, merkeze yerleştirilen bir kubbeye, giriş ekseninde ve doğu batı yönünde yönelen beşik tonoz örtüler, yapının örtü sisteminde haç plana gidisi göstermektedir.
Batı cephe düşey olarak dört mermer plaster ile üç bölüme ayrılmıştır. Kırma taşla yapılmış olan yapının kuzey, güney ve batı cephede eksenlerine yerleştirilen, toplam üç girişi bulunmaktadır. Tüm cephelerde çift sıra pencere düzenlemesi görülmektedir. Alt sırada yer alan pencereler dikdörtgen formlu ve üçgen çökertme alınlıklıdır. Pencerelerin kilit taşlarına ise kabartma haç motifleri yapılmıştır. Üst sırada yer alan pencereler ise yarım daire kemerlidir. Bu yarım daire kemer, tuğla kemer ile evrelenmiştir. Üst sıra pencerelerin üzengi taşları ve kilit taşı yüzeyden daha yüksek görülmektedir. Aynı zamanda, pencerelerin tamamında aynı tarzda demir korkuluklar kullanılmıştır. Doğu cephedeki pencereler ise diğer cephelerdeki pencerelerden daha küçük ve mazgal pencere olarak görülmektedir. Bu pencereler beyaz renkli taşlarla çevrelenmiştir. Batı cephede alınlığa 4 yapraklı yonca formlu bir pencere yerleştirilmiştir. Bu pencere de boş alandaki monotonluğu gidermiştir.
Batı cephede yer alan giriş kapısı, yapının süsleme anlamında en zengin bölümüdür. Orta nef eksenine yerleştirilen giriş üçlü sivri kemerli düzenlemeye sahiptir. Eksende bulunan sivri kemer daha geniş, kuzey ve güney kenarlarındaki sivri kemerler ise daha dar yapılmıştır. Ortada bulunan geniş sivri kemer iki plaster arasında yer alan yarım daire kemerli giriş kapısını çevrelemektedir. Bu sivri kemer ise dıştan tuğla kemerle çevrelenmiştir. Kapı, plasterların taşıdığı kenger yapraklı başlıklarla taşınan yarım daire kemerli bir uygulamaya sahiptir. Yarım daire kemeri oluşturan taşlara, yüzeyden alçaltma ve yükseltmenin zıtlığıyla hareket kazandırılmış, kilit taşı ise zeminden daha fazla yükseltilerek yüzeyine kabartma haç motifi yerleştirilmiştir. Batı cephenin kuzey ve güney köşesinde yer alan plasterların yüzeyine, iki sıra pencerenin üzengi taşları ile aynı hizaya gelen kabartma haç motifleri yerleştirilmiştir.
Giriş kapısının kuzey ve güney yanında bulunan dört plastera oturan kemerlerin batıya doğru devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu uygulama yapı girişinde bir porç oluşturulduğunu göstermektedir. Sivri kemer içerisinde yer alan kapının iki yanında, dikdörtgen prizma kaideler üzerinde yer alması gereken iki sütunçe bulunmamaktadır. Fakat sütunçelerin üzerine oturması gereken başlıklar ise cephe ile birleşik vaziyette zıvana girintileri ile birlikte görülmektedir. Bu bölümde kenger yapraklı iyonik başlıkların üzerine oturan bir yastık üzerinde profilden S kıvrımlı ve kenger yaprakları ile kabartılarak bezenmiş olan geçiş ögeleriyle üstte ikinci bir başlığa geçiş sağlanmıştır. Bu iki yastık, başlığın diğer yandaki simetriği ile arasında yatay silmelerle birleştirilerek oluşturulan kitabe alanına ise kitabe ve rulo halindeki kitabeyi açan melekler yerleştirilmiştir. Bu bölümün üst kısmına ise iki tane kanatlı başın taşıdığı dairesel bir alanda tasvir edilen ve kutsal ruhu temsil eden bir güvercin ile bir küre üzerinde sakallı iki insan figürü kabartılmıştır.
Kuzeydeki yuvarlak haleli kişinin elinde bir haç, diğer üçgen haleli kişi ise bir yeri işaret eder biçimde tasvir edilmiştir. İki kişinin bulunduğu alanın evren, altlarındaki kürenin de Dünya olduğu tarafımızdan düşünülmektedir. Bu alanı çevreleyen bir sivri kemerin yarım kalarak, tüm giriş alanını çevreleyen sivri kemer tarafından kesildiği görülmektedir. Bu durumun, yapının bir onarım geçirdiğini işaret edebileceği düşünülebilir. Girişteki bu uygulamalar beyaz kesme taşla yapılarak yapının kırma taş mimarisinden farklılık yaratılmıştır. Batı cephede köşelerde bulunan plasterlar çatı hizasında birer sütun başlığıyla son bulurken diğer iki sütun ise çatı eğimine göre kırılmaya uğramıştır. Saçak; düz-kaval-düz-içbükey-düz silmeli frizle sonlandırılmıştır.
19.yy.da yapılan Surp Yerortutyun Kilisesi’ne planlanış bakımından benzeyen erken döneme ait yapılar farklı bölgelerde de görülmüştür. Buna en iyi örnek Constantinapolis’de yapılan Hagia Eirene Kilisesi’dir. 6.yy’a yapılmış ve en son 8. yy.da onarım geçirmiş olan kilise , üç nefli bazilikal plan oluşu ve örtü sistemindeki haç plana yönelim bakımından Surp Yerortutyun Kilisesi ile benzerlikler taşımaktadır.
Surp Yerortutyun Kilisesi ile aynı dönemde yapılmış olan Ermeni kiliseleri incelendiğinde plan uygulamalarında yakın benzerlikler de görülmektedir. 18-19. yy.larda yapılmış yakın örnekler ise Kayseri’de görülmektedir.
4 - Nasreddin Hoca Anıt Mezarı ve Kızının Kabri
5 - Sivrihisar Kilim Müzesi
Sivrihisar Kilim Müzesi, Türk kültürü ve çağdaş sanatla birleştirilen bir mimari ile yapılmıştır. Müzenin iç ve dış cephesinde ahşap işçiliği kullanılmıştır. Sivrihisar kilimlerinden esinlenilen motifler, ahşaba aktarılarak müzenin dış cephesine uygulanmıştır. 600m2 lik alana kurulan 2 katlı müze içerisinde dokuma ve satış alanı, 2 sergi salonu ve 42 sergi alanı bulunmaktadır. Kilimler hava almayacak şekilde tasarlanan camlı dolaplar içerisinde izole edilmiş olup, tüm alan için iklimlendirme sistemi kullanılmıştır. Bir yılı aşkın süre Sivrihisar ve Eskişehir’in diğer yörelerinde yapılan saha çalışmaları ardından oluşturulan envanter, müzede yer almıştır. Her detayı itinayla hazırlanan müzede kilim dokuma kültürünün yaşatılması ve geleceğe aktarılması hedeflenmiştir. Bu nedenle kilim tezgahlarında (ıstar) kadınların kilim dokumalarına ve yetişmekte olan yeni kuşağın kilim dokumayı öğrenmelerine olanak sağlanmıştır.
Sivrihisar Belediye Başkanı Hamid Yüzügüllü'nün girişimleri ile Sivrihisar Belediyesi tarafından ilçeye kazandırılan müzenin 2018 yılı Haziran ayında inşaatına başlanmıştır. Eski belediye hizmet binası olarak kullanılan yapı, 2019 Eylül ayında Türkiye’nin ilk uygulamalı kilim müzesi olarak tamamlanmıştır. Asırlık kilimlerin yer aldığı Sivrihisar Uygulamalı Kilim Müzesi 2020 yılında ziyarete açılmıştır.
6 - Sivrihisar Ulu Cami
UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesinde yer alan Sivrihisar Ulucami Selçuklu döneminden günümüze ulaşan Anadolu’nun nadir ahşap direkli camilerinin en büyüğüdür. 77 Diyarın 67 direkle tuttuğu saf, Horasandan İstanbul’a uzanan bir cem hikayesi, Sivrihisar’ın Ulu Camii. Kılıç mescid caminden minber, hayır hasenat ile minare, Konya’dan Mevlana, İstanbul’dan Hızır bey, Horasandan Hasan bin Mehmet’in safının omuzunda yüz yıllara meydan okuyor.
8 Asırlık Ulu Cami Aynı anda 2500 kişinin ibadet edebileceği Sivrihisar Ulu Cami, Selçuklu döneminin şaheser yapıtlarından günümüze ulaşan Anadolu’daki en büyük ahşap direkli camilerin nadir örneklerinden biridir. İlçenin merkezinde, kapladığı alan ve diğer özellikleri ile ULU kelimesi bu eserde tam anlamını bulmaktadır.
Selçuklu döneminden günümüze ulaşan Anadolu’nun en büyük ahşap direkli camisidir. Şehrin merkezinde, kapladığı alan ve diğer özellikleri ile ulu kelimesi bu eserde tam anlamını bulur. Caminin en eski kitabesi 1231 -32 tarihini taşımaktadır. İlk yapının banisi Sivrihisarlı kadı Leşker Emir Celaleddin Ali Bey’dir. Yapı, bugünkü biçimine 1274 tarihinde Mevlana Celaleddin Rumi’nin müritlerinden ve III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in naiplerinden Mikail bin Abdullah (Emineddin Mikail)tarafından kavuşmuştur. Fatih Sultan Mehmet dönemi kadılarından, İstanbul’un ilk Kadısı Hızır Bey bu camiyi 1440 yılında onartmıştır.
Sivrihisar Belediyesinin 2015 yılında yapmış olduğu başvuru sonucunda alınan kararla UNESCO Dünya Mirası geçici listesine eklendi.
Ulu Cami 1485 m2’lik bir alana kuruludur. Çatısını 67 adet ahşap direk taşımaktadır. Bu direklerin 19 tanesinin üzerinde mermer sütün başlığı vardır. Direklerden altı tanesinin üst bölümleri rozet, palmet, geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiştir. Direkler üzerinde Bizans dönemine ait başlıklar da kullanılmıştır. Kalın direklerden dört tanesi zamanın özgün ağaç oymacılığı ile işlenmiş olup, bu direklerin alt ve üst tarafında mermerden oyma işçiliği uygulanmış sütun başlıkları vardır.
Dört giriş kapısı bulunan caminin duvarları kesme ve moloz taşla örülmüştür. Caminin sağ ve sol kanadı üzerinde kitabeler bulunmaktadır.
Minberi ise bir sanat şaheseridir. Anadolu Selçuklularının en dikkate değer minberlerindendir. El işçiliği Horasanlı İbn-i Mehmet tarafından, çivi kullanılmadan geçme (Kündekârı) yöntemiyle yapılmıştır. Ceviz ağacından yapılmış olan minber, ileri doğru fırlamış geometrik bölümler içinde Rumi ve palmetlerle ince işlenmiş dolgular ve ajurlu korkuluk ve şebekeleri ile Selçuklu ağaç işçiliğinin kıymetli eserlerindendir. Minber, 1924 yılında Kılıç mescit camisinden getirtilmiştir. Cami içerisinde, oyma tekniği ile yapılmış dolap kapakları da bulunmaktadır.
Kapısında Ayet-el Kürsi işli olan minberin kapı kanatları kapandığında, sivri kemer oluşturan bir şeritte taçlandığı görülür. Üzerindeki kitabesinden ebcet hesabı ile 1245 tarihinde yapıldığı anlaşılıyor.
Ahşap Direkler
Sivrihisar Ulu Camisinin en dikkat çeken özelliği içteki ahşap direkleridir. Kirişleri taşıyan bu direkler iç mekanı mihraba paralel altı sahıha ayırmaktadır. Cami içte toplan 67 ahşap direkle Anadolu’daki bu tarz camilerin en büyüğüdür. Direkler, ardıç ve sarı çam cinsi ağaçlardan olup, bazı antik başlıklar kaide yapılıp üzerine oturtulmuştur. Düz ağaç başlıklar yanında Pessinus’tan getirildiği kanaati yaygın olan çeşitli antik başlıklar da kullanılmıştır.
Sade bir iç mekan anlaşışına sahip caminin güzel ve özgün süslemeleri de bu direklerin üzerinde bulunmaktadır. Tümü Orta Asya çadır mimarisi görünümündedir. Doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlı yapının harimi enlemesine yöneliş gösteren basit tip dedir. Sahınlar birbirinden ahşap sütunlara bindirilmiş kirişlerle ayrılmıştır. Kirişler arası uzanan yuvarlak döşemelerin, ahşap kaplamaları üstten yapılmıştır. Minber ve mihrap karşısında üç, onun arkasında bir ve çarşı çıkısında iki direk (kısmen sade olsa bile) olmak üzere altı direğin orijinal kaldığı görülmüştür. Bunların üst kısımları, zengin oyma ve kabartmalarla süslenmiş (mihrap önü direkte) yer yer pirinç baklava dilimi levhalar çakılmış, yeşil ve siyah kalem işleri ile boyanmıştır.
Çatısının ortalarında küçük bir aydınlatma kubbesi (fener) yapılmıştır. Aynı zamanda Caminin havalandırılması çatı ortasında bulunan bu fener ile sağlanmıştır. Zemini tahta ile kaplıdır. Zemin yapılışında yarma tabir edilen teknikle yapılmış, tahta ile kaplı iken restoresinde geçmeli taban tahtası kullanılmıştır.
Direkler temele kadar devam eden taşlar üzerine oturtulmuştur. Caminin rutubete karşı korunması için zemin ile taban tahta arasında 150 cm’ye varan boşluk bırakılmıştır.
7 - Zaimağa Konağı (TBMM'nin Ankara dışında ilk kez toplandığı konak)
Zaimağa Konağı Kuvayı Milliye’nin kurduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Bakanlar Kurulunun Kurtuluş Savaşı sırasında ve en kritik bir dönemde Ankara dışında ilk kez toplandığı ve önemli kararlar aldığı bir konaktır.
Sivrihisar, pek çok medeniyetlere ev sahipliği yapmış, eşsiz tarih ve kültür mirasına sahip, özellikle Selçuklu ve Osmanlı eserleri ile dopdolu bir yerleşim şehri olmanın ötesinde Kurtuluş Savaşı’nın önemli olaylarına tanıklık etmiş ve düşman istilasına uğramıştır.
Zaimağa Konağı Kuvayı Milliye’nin kurduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Bakanlar Kurulunun Kurtuluş Savaşı sırasında ve en kritik bir dönemde Ankara dışında ilk kez toplandığı ve önemli kararlar aldığı bir konaktır.
Bu toplantı, Ankara dışında yapılan ilk Bakanlar Kurulu toplantısı olarak tarihteki yerini alır. Sakarya Meydan Muharebesi sonrası İtilaf Devletlerinden gelen ateşkes teklifine son şeklini vermek için 24 Mart 1922 Cuma günü Başkomutan Gazi Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti’nin Bakanları Sivrihisar’a gelirler. O gece Zaimağa Konağında alınan kararlar Ankara’ya gönderilir. Bakanlar Kurulu ateşkesi Anadolu’nun hemen boşaltılması şartı ile kabul eder.
8 Mart 1922 Salı günü Başkomutan Mustafa Kemal’in davet ettiği Sovyet Rusya Büyükelçisi Aralov Zonaryev ve Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilov da Sivrihisar’a gelir. Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, askeri ve sivil zevat Zaimağa Konağında ağırladıkları misafirlerle sabaha kadar gündemdeki konuları görüşürler. Bakanlar Kurulu’nun 29 Mart Çarşamba sabahı 1. Ordu Karargahına intikal ettiği kayıtlarda mevcuttur.
Konağın Tarihçesi:
Zaimoğlu ailesinin Orta Asya’dan Malatya Darende’ye gelen Selçuklu soyundan olduğu, Irak’ın fethinden sonra Kerkük bölgesine yerleştiği, buradan ayrılarak Kerkük bölgesinde Zeamet sahibi yapıldığı zeamet sahibinin Kara Zaim olduğu bilinmektedir.
Geçen zaman içerisinde o bölgede büyük güç kazandığı hakimiyetinin artması üzerine çekemeyenler tarafından Kara Zaim’in isyan edip müstakil olmak istediği iddia edilir. Kendisi saray tarafından azledilir ve öldürülür. Üç oğlu Anadolu’ya sürülür. Büyük kardeş Adana’ya (adanalı Zaim Oğlu ailesi), ortanca kardeş Karadeniz (Rize’deki Senatör olan Turgut Zaim, Milletvekili Rasim Zaimoğlu) küçük 7-8 yaşlarındaki çocuk sadık ailelere Darende’ye gelir. Geçen zaman içerisinde; Kara Zaim’in haksızlığa uğradığı sarayca anlaşılması üzerine saray çocukların bulunmasını ister. Küçük çocuk bulunur. Devrin Padişahı tarafından Sivrihisar Sancağı’nın zamet sahibi yapılır. Zaim Zade Mehmet Ağa Sivrihisar Bölgesinde devlet adına vergi toplar. Atlı sipahi besler. Bu durum Osmanlı’nın çöküşüne kadar devam eder. Zaim Zade Mehmet Efendinin 3 oğlu vardır. (Hasan, Ali, Şefik) bilindiği ikametgahları yenice mahalledir. 1. Konak Şefik, 2. Konak Ali, 3. Konak Hasan Ağa Konağı (yıkılmış yerine evler yapılmıştır.)
Geniş bir bahçe içinde yer alan konak, iki katlı olarak inşa edilmiştir. Ayrıca altta yarım kat yüksekliğinde bir bodrumu mevcuttur. Zaimoğlu adıyla anılan Ali Zaimoğlu tarafından inşa ettirilen yapının, usta adı bilinmemekte, ancak ahşap işlerinin Hafız Ahmed Elmas’ın eseri olduğu söylenmektedir.
Konağın bodrum ve giriş kat duvarları yığma çamur harçlı kırma moloz taş; üst katları ahşap çatkı arası tuğla ve kerpiç dolgulu karkas şeklinde inşa edilmiştir. Üstü kırma çatılı ve oluklu kiremitle örtülüdür. Kuzey (giriş) cephesi sokağa bakan konağın arka ve doğu yanında bulunan bahçesi ve avlusu (hayatı) yüksek duvarlarla çevrilidir. Buraya doğrudan açılan çift kanatlı ahşap bir borda kapı mevcuttur.
Konağın müştemilatı, yapının kuzeybatı köşesine bitişik tandırevi dışında yıkılmıştır. İçinde biri çok büyük, diğeri ona göre daha küçük iki ocak ile ahşap ambar ve raf elemanları bulunan bu kısım da harap durumdadır.
Doğrudan bahçeyle ve giriş katıyla bağlantılı olan bodrum katı; kiler, depo, ahır, ambar ve şaraphana gibi bölümlere ayrılmıştır. İç sofalı bir plana sahip üst katlar ise tamamen ikamet amaçlı olarak düzenlenmiştir.
Sokaktan devşirme mermerlerle kaplı iki yönlü dış merdivenden çıkılarak, çift kanadı ahşap bir kapıyla konağın alt kat sofasına girilmektedir. Ortada kuzey-güney yönünde uzunlamasına dikdörtgen planlı bu sofanın dört köşesine birer oda yerleştirilmiş; odaların aralarına gelen boşluk alanlardan batıdaki üst kata çıkan merdivene ayrılmış; doğudaki, eyvan olarak değerlendirilmiştir. Plânda dışarı doğru çıkma yapan eyvanın köşesinden helaya geçilmektedir. Zemini ve tavanı tahta döşemeli sofanın güney ucuna duvar boyunca bir sedir konulmuştur. Bu kattaki odaların dördü de oturma amaçlı olarak düzenlenmiştir. Bunların kışlık oldukları da söylenebilir.
Sofadan tek kanatlı ve kısmen işçilikli ahşap birer kapı ile girilen bu mekanların hepsinde de sedir, yüklük ve dolap elemanları mevcuttur. Doğu taraftaki odaların işlemek yüklükleri çiçeklikli dir ve her ikisinin de köşesinde gusülhanesi bulunmaktadır.
Ahşap bir merdivenle konağın üst katına çıkılmaktadır. Ortada geniş, uzunlamasına dikdörtgen hacim ve onun iki güzünde köşelere yerleştirilmiş odalarla şekillenen bu katın iç sofalı mekan organizasyonu büyük ölçüde giriş katının planını tekrarlamaktadır . Her iki ucuna, kıvrımlı profilli kolçaklarıyla gösterişli sedirlerin konulduğu sofanın tahta çıtalı tavanının ortasında bir göbek yer almaktadır.
Duvarlarındaki küçük alçı raflar ve eyvanın kuzey duvarına yerleştirilen süslemeli mermer lavabo ile tahta döşemeli zemindeki kare formlu ızgaralı bir delik mekanın göze çarpan elemanlarıdır. Pencere sayısının çokluğu nedeniyle bu kattaki mekanlar, alttakilerden daha aydınlıktır.
Odaların giriş kapıları oyma ve geçme tarzında özenli ahşap süslemelere sahiptir. Genelde iç düzenlemesi ve elemanları itibariyle birbirlerine yakınlık gösteren bu mekanlardan sokak yönündekiler çıkmalarla genişletilmiştir. Bunlar iç süslemeleriyle de diğerlerinden daha özenlidir. Odalarda pencere önlerine kolçaklı sedirler yerleştirilmiş, duvarlardan birisi, dolap ve çiçeklikli ahşap yüklüklerle kaplanmış; yüklüklerin bir tarafı gusülhane olarak değerlendirilmiştir. Ahşap tavanlar ve duvarlara yerleştirilen gömme dolaplar da nitelikli ahşap işçiliği sergilemektedir.
Isıtmanın daima soba ve pirinç mangallarla sağlandığı anlaşılan odalarda ocak yoktur. Soba deliklerinin ise özgün olduğu görülmektedir.
Yapının dışta en belirgin süslemesini üst kat cephelerinde tuğlaların çeşitli şekillerde istiflenmesi ile biçimlenen bezemeler oluşturmaktadır. Çıkmalar, bunları ve saçakları taşıyan profilli ahşap konsollar, demir pencere şebekeleri, açıkta bırakılan ahşap hatıllar ve çatkılar yapının sokak cephesinde hareketli ve simetriğe yakın bir dekorasyon oluşturmaktadır. Düz tahta kaplamalı saçaklar ve çift kanatlı ahşap dış kapılar ise sadedir.
Konak, dıştaki yalın görünüşüne rağmen içte zengin bir süsleme programına sahiptir. İç mekanlardaki süslemeler; oda kapıları, dolaplar, yüklükler, tavanlar, alçı raflar ve sedirlerde görülmektedir. Bezemeyi oluşturan motiflerin tümü geometrik ve bitkisel karakterlidir. Ahşap süslemelerde oyma, geçme ve yüzeyler üzerine çakılan çıtalarla bezeme kompozisyonları meydana getirilmiştir. Çıtalı tavan süslemelerinin ana motifini ince çıtalarla şekillenen küçük kareler içindeki stilize çarkıfelek motifleri ve “S” kıvrımları oluşturmaktadır. Bunların ortasındaki göbeklerde ayrıca metal süs unsurları da kullanılmıştır.
Sofaların ve odaların duvarlarında görülen alçı lambalıklar da süslemek elemanlardır. Başka yapılarda da gördüğümüz bu tarz rafların alt kısımlarında simetrik bir kompozisyon oluşturacak şekilde geometrik motifler yer almakta; onun altındaki üçgen panonun içinde tasvir edilen soyut bir çiçekli bitkinin üst köşelerinde, Arapça kabartma olarak yazılan “MaşaAllah 1320” ibareleri okunmaktadır.
8 - Sivrihisar Kültür Evi
Sivrihisar Belediyesi tarafından 2020 yılında restorasyonu yapılarak ziyarete açılan konakta,
Sivrihisar gelenek ve görenekleri, yöresel kıyafetleri ve yemek kültürü, Nasreddin Hocası,
Sivrihisar ev ve konaklarının yapısı, yaşam kültürü anlatılıyor. Geçmişten geleceğe Sivrihisar’dan izler
taşıyan ve nesillere aktarılmasını sağlayan tarihi konak ziyaretçilerini bekliyor.
9 - Alemşah Kümbeti
Sivrihisar Ulu Caminin hemen yanında muhteşem Alemşah Kümbeti yer alıyor. Tipik Selçuklu Kümbetlerinden güzel bir örnek…
Kare kaide üzerinde köşelerden planmış sekizgen kasnak üzeri kübik gövdeli bir yapı. Duvarları masif mermer yığma tekniği ile inşa edilmiş. Kesinlikle anıtsal bir mimari…
Alemşah Kümbeti tamamen Anadolu Selçuklu etkili, ancak figürleri ve sembolik anlamları yönünden, daha çok eski Türk dinlerine dayalı önem arz ettiği görülür. Alemşah Kümbeti ni figür yönünde zengindir.Bordur sisteminde palmetlerden başka, yıldızların ortalarında bazen sarmaşık seklinde bir sapa bağlı olarak yan yana küçük hayvan basları da tasvir edildiği gözlenir.. Solda ki sütünce başlığının hizasında ise ağzı yukarıya doğru tasvir edilmiş balık figürü, Muhtemelen balık, burç sembolü olarak resmedilmiştir…
Melikşah tarafından şehit edilen kardeşi Sultan Şah için 1328 yılında yaptırılmıştır. İki katlı kare planlı bir yapı olup kesme taştan yapılmıştır. Yapımında yer yer tuğlalar da kullanılmıştır. Türbenin alt katında mumyalık bölümü bulunmaktadır. Mumyalığın kapı süslemelerinde Selçukluların çok sık kullandığı motiflere rastlanmaktadır. Bu bölüm 13 mermer kesme bloktan yapılmış olup her bölüm beş ayrı motifle bezenmiştir. Burada balık, geçme yıldızlar, geometrik geçmeler örgü ve çengel motifleri görülmektedir. Dıştan yuvarlak gövdeli türbenin üzeri içten kubbe, dıştan da piramidal bir külah ile örtülüdür.
Kümbet, eski Selçuklular’da iki katlı inşa edilmiş alt katında mezar, üst katında mescid bulunan yapılardır. Bir bakıma anıt mescidlerdir. Üstü koni veya piramit seklinde bir külahla örtülmüş olan özellikle Selçuklular devri türbelerine künbet (kümbet) denir.
Sivrihisar Camii Kebir Mahallesi Park Caddesi 2928 HC nolu pafta, 185 nolu ada, 20-12 nolu parselde Ulucami’nin kuzeyinde yer alır. Eskiden etrafı medrese ile çevrili iken bugün yapılan istimlak sonrası çevresi açılmış ve park haline getirilmiştir. Cam ve söğüt ağaçlarının asude gölgesinde tarihten gelen uhrevi huzur ve sükunu sürdürmektedir.
Kapladığı alan bakımından:
Alt kat Dış 8.07 x 8.17 – İç 4.87 x 5.49 m. Üst kat Dış 8.03 x 8.07 – İç 5.42 x 5.49 m. Tek mekanlı çift katlı kare planlı, basık tonoz örtülü, üst kat kare planlı, kubbe ile örtülü kubbe üzerinde de tuğladan piramidal bir örtü bulunmaktadır.
ve 2. kat dış yüzleri ile ikinci katın iç yüzü tamamen mermer kaplama, kubbe ise yine sıvasız küfeki kesme taştan yapılmıştır.
İkinci kata çıkan altışar adet iki taraflı yivli asma merdivenlerin altındaki dar bir kapıdan sonra merdivenlerle alt kata girilir. Burası batıya açılan üzeri sivri kemerli bir kovukla aydınlanır. Boşluğun ortasında güney ve kuzey yönünde bir kemer ve iki yanında, yükü kemere binmiş tonozlarla, ikinci katın zemini tesbit edilmiştir. (Seydi Mahmud Zaviyesi’ndeki Eyvanlı Mescid’de olduğu gibi kemer iki adet olmayıp bir tanedir.)
Eskiden bu kemerin altında, Melikşah Bey’in kardeşi Sultan şah Bey’in kabrinin bulunduğu anlaşılıyor.
katta bulunan mescid kısmına, sağlı sollu altışar basamaklı merdivenle çıkılır. Mescid bölümüne giriş, sivri kemerli bir nis içerisindeki basık kemerli kapı ile sağlanmıştır.
Geometrik bezemeli gövdeli sütuncelere oturan, iki kademeli sivri kemerli kapı nişinin üzerinde, kemerin iki yanında birer kabara yer alır. Kapı nişi kademeli geometrik bitkisel ve figürlü bezemeli dört sıra seride çevrelenmiştir.
Geometrik figürlü plastik süslemeler açısından daha da önemli kabul ettiği, ikinci bordür sisteminde palmetlerden başka, yıldızların ortalarında bazen sarmaşık seklinde bir sapa bağlı olarak yan yana küçük hayvan basları da tasvir edildiğini beyan eder.
Aynı bordürde solda sütünce başlığının hizasında, ağzı yukarıya doğru tasvir edilmiş balık figürü, Alemşah Kümbeti ni figür yönünde zenginleştirir. Muhtemelen balık, burç sembolü olarak resmedilmiştir. Alemşah Kümbeti tamamen Anadolu Selçuklu etkili, ancak figürleri ve sembolik anlamları yönünden, daha çok eski Türk dinlerine dayalı önem arz ettiği görülür.
Portalin derin sivri kemeri ile gerisindeki giriş kapısının basık kemeri arasında kitabe bulunmaktadır. Okunuşu söyledir:
1- Hüvallahirrahim
2- Bena hazıhil imaret eşşerife
3- El emirül kebir melikiil ümera vel eka- rimü camiü
4- El meali vel mekarimii ebııl hayrati vel hasenati
5- Meliksah bey edamallahü tevfikahii ve sehhele ilel cenneti
6- Tarikahu liecli ahihi el ecillel merhumul mağfur es said
7- Es sehid bizzulmu fi unfuvani sebabihi sultan şah bey bin kiro
8- Baltu tegammedehüm bi gufranihi ve eskenehünı bi lıayici cinanihi fi muharrem sene semanü ve işrine seb’a mieh. Ketebehu vecihül hatip- 728 / 1327
Allah Rahim’dir.
Bu imareyi büyük emir ümeranın meliki kerem ve yücelikleri kendinde toplayan hayır ve hasenat babası Melikşah Bey; Allah yardımını devam ettirsin cennet yollarını kolaylaştırsın zülumla gençlik çağında sehid olan merhum ve mağfur(Allah’ın rahmet ve affı üzerine olsun) said cennetin bir köşesinde meskun ve günahları af olası kardeşi Kiro Balto oğlu Sultan Şah için yaptırdı. Yazan vecihül hatiptir. 728 Muharrem/ 1327 H.
İlhanlı Hükümdarı Ebu Said Bahadır tarafından, Anadoluyu işgali ile görevlendirilen Balto, Konya Selçuklu Devletini ihya etmek ve daha doğrusu bir fırsatını düşürerek kendi ve yakınlarına bir devlet teşkili niyeti ile hareket etmiş Moğol Tornan Beylerinden biridir. Gıyaseddin Mesud’u kendine tabi kılınış ve İstiklal ilan etmişse de; İlhanlılar’dan Gazan Mahmud, 3 tümen askerle Emir Katalağ Şah’ı Anadolu’ya göndermiş ve Baltoyu mağlup etmiştir. Kaçan Balto, Tebriz’de öldürüldü. (696) Sultan Gıyaseddin Mesud (II), İran’a celp edilip Hemedan’da tevkif edilmiş ise de, sonra tahtına iade edildi. Bu kitabeden, Balto’nun oğlu Melik Şah Bey’in kardeşi Sultan Şah için bu türbeyi yaptırdığı anlaşılıyor.
Kapıdan içeri girildiğinde, kapı hatılında değişik desenlerle süslü bir kilit taşı bulunduğu görülür. Kapının karşısında bir, sağ ve sol tarafta ikişer olmak üzere beş pencere vardır. Soldaki iki pencere ortasında, küçük bir mermer mihrap bulunmaktadır. Mescid katı 5. 40 m. çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe kesme taştan keza yan duvarları gibi sıvasızdır. Kubbeye geçiş dört sıra mukarnaslı tromplarla sağlanmıştır. Alt sıradaki mukarnasların köşeliklerin de ve iki yanlarında bitkisel bezemeler mevcuttur.
Dışta dikdörtgen biçimindeki pencerelerin tümü, içte sivri kemerli nişler içine alınmış yine dikdörtgen biçimindedir. Dış görünüşünde cepheleri oluşturan kübik gövde, üst köşeleri pahlanarak sekizgen kasnağa geçilmiş ve üzeri sekizgen piramit külahla örtülmüştür. Tüm cepheler, mescid kısmı zemini hizasında üstte düz, altta kaval iki silme arasında yer alan taşkın konkav bir şerit ile çevrelenmiştir.
10 - Aziz Mahmud Hüdayi Cami
Aziz Mahmud Hüdayi tarafından 591 yılında yaptırılmıştır.. Ortası büyük, çevresi yarım kubbeler şeklinde ahşap tarzda inşa edilmiştir.
İlim, tasavvuf ve edebiyat sahalarında parlak bir hüviyete sahip bulunan Hüdâyî Hazretleri, mâneviyat rehberleri arasında müstesnâ bir mevkii hâizdir. O, kuruluş yıllarında Şeyh Edebali Hazretleri’nin yapmış olduğu kıymetli irşad, hizmet ve faâliyeti, aynı aşk, vecd ve heyecanla yürütebilen nâdir bir mânevî şahsiyettir. Allah rızâsı istikâmetinde ihlâs, samîmiyet ve gayret üzere hareket eden Hüdâyî Hazretleri, sahip olduğu zâhirî ve bâtınî liyâkat sebebiyle de hem pâdişahların hem de bütün tebaanın sevdiği bir Hak dostu olarak tebârüz etmiştir. Hiç’lik mertebesinden gelerek evliyalık makamına ulaşan döneminin ve hatta tüm zamanların en önemli evliyalarıdan birisidir. Kadılık makamını dünyevi her şeyi bütün nefsini Hiç’e sayarak Üftade hazretlerinin yanına gitmeyi hak etmiş ve çok kısa sürede evliyalık makamına ulaşmıştır.
15 yy. da Aziz Mahmud Hüdâyî tarafından yaptırılan ve ismiyle anılan cami 1313 Hicri (1825 M.) yılında Kaymakam Arif Bey tarafından yeniden yaptırma derecesinde büyük bir onarım görmüştür. Bu nedenden dolayı Yeni Camii olarak da adlandırılır. İç mekanda kubbe kasnağında yazılı 1333 H. (1914 M.) tarihi iç süslemelerin bu tarihte yenilendiğini göstermektedir. Caminin doğu duvarında saçağın altında yer alan küçük taş levhadaki 1914 tarihi ise bu tarihte de bir onarım gördüğünü belgeler. Günümüzde ise geçmişe sahip çıkan Belediye Başkanı Hamid Yüzügüllü ve Sivrihisar halkı bu eseri koruyarak geleceğe katkıda bulunmak amacı ile gereken özeni göstermektedirler.
Ahşap bir cami olup, Osmanlı mimarî tarzını yansıtmaktadır. Gizli kubbelidir. Kapısının üstünde; Aziz Mahmut Hüdayi’nin bir dörtlüğü vardır. Dış kapıdan içeri girildiğinde iki yanda mihrap vardır. Vakit namazına yetişemeyen esnaflar için, cemaatle veya münferit namaz eda etme imkânı vermektedir.
Minaresi basamaklıdır. Caminin arka ikinci katı kadınların namaz kılmalarına imkân sağlamaktadır.
Ortası büyük çevresi yarım kubbeler şeklinde ahşap tarzında inşa edilmiştir. Minaresinin şerefe altında iki kuşak bulunmakta inşa sırasında birinci kuşaktaki yüksekliğin kâfi görülmediği ve yükseltildiği anlaşılmaktadır. Minare 26 metre, baca 4,20 metre, külah 3.5 metredir.
Aziz Mahmud Hüdai Camine, Edirne ve İznik kadılıklarında bulunan Hüdayi Hazretleri’nin torunlarından, Abdülvehhab’ın buraya ait vakfiyeleri vardır.
11 - Arastalar Çarşısı
Kaybolmaya yüz tutmuş eski meslekler ve el sanatları çarşısı. Bir yanda yorgan ustaları, kunduracılar bir yanda Sivrihisar Belediyesi tarafından kurulan süt evi, köy ekmeklerinin piştiği taş fırın, yöresel ev yapımı lezzetler, organik köy ürünleri ve el sanatları ile gelen misafirlerini geleneksel atmosferi ile karşılıyor.
12 - Nasreddin Hoca Anıt Parkı
Sivrihisarlı Nasreddin Hoca Efsaneleşen Bilgeliğiyle, Filozofluğuyla, Nükteleriyle, Dünyanın Merkezinde Sivrihisarlı Nasreddin Hoca…
Felsefi Mizahın En Büyük Temsilcisi Nasreddin Hoca, eleştirel ve çözümleyici düşünmeyi öğreten bilgeliği ile yaklaşık sekiz asırdır yaşayan fıkralarıyla birlikte insanlık için dünyanın merkezinde bir mizah dehasıdır. Türk-İslam kültürünün büyük bilgesi ve gülmece ustası Nasreddin Hoca, 1208 yılında Eskişehir’in Sivrihisar ilçesine bağlı, adı sonradan ‘Nasreddin Hoca Beldesi’ olarak değiştirilen ‘Hortu’ köyünde doğdu. Babasının adı Şemseddin’dir.
Asıl görevi hocalık olmasına rağmen, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde katiplik, müderrislik, kadılık, mahkemelerde bilirkişilik de yapmıştır. Anadolu insanını iyi bildiği için mizahlarında yer alan olayların çoğu yaşanmıştır ve bundan dolayı da Nasreddin Hoca fıkralarını dinleyen her insan Nasrettin Hoca fıkralarında kendinden bir parça bulmuş, benimsemiş ve yüzyıllardır bu fıkralar anlatıla gelmiştir.
Sivrihisar Ulu Camii avlusunda yapılan kazı çalışmalarında bulunan taş mezar sandukanın önceleri Nasreddin Hoca’nın oğlu Ömer’e ait olduğu düşünülmüş olup, akabinde taş sandukanın Prof. Dr. Mehmet Mahur Tulum’un bilimsel incelemeleri ve filolojik çalışmaları sonucunda Nasreddin Hoca’ya ait olduğu belirlenmiştir. Söz konusu yazılı veriler ışığında Nasreddin Hoca’nın doğum ve ölüm yeri Sivrihisar ilçesidir diğer şehirlerde ve ülkelerde olan mezar, makam ve anıtları temsilidir.
Nasreddin Hoca’nın da dediği gibi dünyanın merkezi Sivrihisar’ı ziyaret ettiğinizde,tarihi, kültürü, doğasıyla ve mevcut turistik değerlerin yanı sıra ünlü Heykel Sanatçısı Metin Yurdanur’un Bronz Nasreddin Hoca heykelini, Nasreddin Hoca’nın makamında Taş Sandukasını, kızı Hatun’un mezarını ve 60X60 porselen yüzeye sır altı boyama tekniği ile yapılan Minyatürün seramikle buluştuğu Nasreddin Hoca Bilgi taşlarını da ziyaret etme fırsatı bulacaksınız.
2003 yılında 1888 Ankara Salnamesinden (171.sayfa) yola çıkılarak Nasreddin Hoca’nın kızının mezarının Sivrihisar’ın eski giriş yolu olan Kumlu Yol üzerinde bulunan Tarihi Seydiler Hamamı’nın yanında olduğu tespit edilmiştir. Prof. Dr. Erol Altınsapan bilimsel başkanlığındaki heyet tarafından 3 aylık kazı neticesinde kemiklerine rastlanmıştır. Uzmanların incelemeleri sonucunda kemiklerin o tarihlere ait olduğu belirlenmiştir. Nasreddin Hocanın kızının adının Hatun olduğu öğrenilmiş, ayrıca Nasreddin Hocanın tam adının da Nasrüddin Hoca Nusrat`dır.
13 - Hazinedar Camii
Anadolu`nun Kabe Minyatürlü İlk Camisi
Sivrihisar İlçesinin en önemli tarihî eserlerinden birisi olan Hazinedar Mescidi Anadolu Selçuklularından Hazinedar (Maliye Nazırı) olan Necibiddin Mustafa’nın kendi adına 1274 yılında yaptırdığı mescidin içerisi 15. yüzyıla tarihlenen minyatürlerle bezelidir Mekke, Medine, Kudüs minyatürlerinin arasına çiçekler, hurma ağaçları ve geometrik motifler çeşitli renklerle işlenmiş. Resimlerin altı siyah, kobalt mavisi, toprak yeşili ve kahverengi ile çiçek vazoları ve dekoratif çiçeklerle süslenmiştir.
Hazinedar Mescidi, muhteşem hat ve süsleme sanatıyla, mihrap üzerindeki freskiyle, 1967’de Cambridge’de Uluslararası III. Türk Sanatları Kongresi’nde bildiri konusu olmuştur. Anadolu’da fresk olarak yapılmış olduğu bilinen Kâbe motifli ilk örnek Hazinedar Mescidi’nde bulunmaktadır. Hazinedar Mescidi’nin Hazinedar Medresesi öğrencilerince dershane olarak kullanıldığından minaresiz olduğu ve yanı başına Hoşkadem Camii’nin yapıldığı sanılıyor. Bu mescidi yaptıran Necibiddin Mustafa ve Emineddin Mikail’in kızkardeşi Esma Sultan’ın kabirleri mescid önünde bulunuyor.
Hazinedar Mahallesi, yeni ismi ile Karacalar Mahallesindedir. Banisi Selçuklu Hazinedarı Necibüddin Mustafa’dır. Vakıf sicil kayıtlarına göre H. 673-M. 1274 yılında yaptırılmıştır. Kitabe yeri boştur. Bina plan olarak tek kubbelidir. Kubbe çapı 11 metredir. Duvar kalınlıkları yaklaşık 110 cm.’dir. Moloz ve kesme taşlar ile tuğla malzeme kullanılmıştır. Duvarlar almaşık düzenle örülmüştür. Pencere kemerleri tuğla örgülüdür. Kare mekandan kubbeye geçiş dışarıdan sekizgen bir kasnak ile sağlanmıştır. Kubbeye geçiş elemanı olarak içeriden pandantifler kullanılmıştır. Beden duvarlarının bitiminde ve kubbe kasnağında iki sıra dişli tuğladan kirpi saçak yer almaktadır. Kubbe kasnağının yan yüzleri dış duvarların devamı gibidir. Giriş kapısı sağ ve solunda ve her yüzde mermer söveli dökme demirli ikişer pencere bulunmaktadır. Pencerelerin üzerinde tuğla örgülü, yuvarlak kemerli aynalar bulunmaktadır. Kıble cephesi ile iki yan duvarda yukarıda tuğla kemerli birer pencere ve kapı girişinin iki yanındaki pencerelerin üzerinde de taş lentolu dikdörtgen seklinde yine diğerleri gibi alçı şebekeli iki aydınlık penceresi bulunmaktadır.
Hazinedar Camii’ndeki kase halinde tek bir çini zikri geçen camiyi 15. yy.’a endekslerse de, bu varsayım olsa olsa mihrap için kabul edilebilir. Kaldı ki mihrabın dahi 1274 tarihinde camii ile birlikte yapılmış olması muhtemeldir.
14 - Sivrihisar Tarihi Evleri
Zamanın ağırlığını taşıyan, dar yollar arasında yok olmaya yüz tutmuş birçok tarihi ev mimarisine uygun olarak başlatılan restorasyon çalışmaları ile eski ihtişamlı günlerine geri döndürülüyor.
Sivrihisar’da tarihsel dokunun bozulmadığı eski ahşap Sivrihisar Evleri ile eski Arnavut kaldırımlı dar sokakların bulunduğu, sokak sağlıklaştırılmaları ile desteklenmiş Sivrihisar sokakları, tarihte yolculuğa çıkıldığı hissini veriyor.
Eski kent dokusunu önemli ölçüde koruyabilen kentlerimizden biridir Sivrihisar. Tarihi boyunca pek çok ilim ve kültür adamına beşik olan Anadolu’nun bu şirin köşesi, Selçuklu döneminde Türk iskanına sahne olmuş; cami, medrese, han ve hamam gibi mimari yapılarla donatılarak tam bir Türk şehri karakterinde gelişme göstermiştir. Bu gelişim ve tarihi doku içerisinde eski evlerin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Anadolu’da çok da sık karşılaşamayacağınız, farklı ve anlamlı şekiller oluşturularak inşa edilmiş binaların duvarlarındaki tuğla dizilişi birer sanat eseridir. Zamanın ağırlığını taşıyan, dar yollar arasında yok olmaya yüz tutmuş birçok tarihi ev mimarisine uygun olarak başlatılan restorasyon çalışmaları ile eski ihtişamlı günlerine geri döndürülüyor.
15 - Pessinus Antik Kenti
Antik Yunan ve Romalı yazarlara göre Pessinus MÖ 8. yüzyılda bir tarihte yarı mitolojik Frigya Kralı Midas tarafından Kibele kültünün kutsal kenti olarak kurulmuştur.
Pessinus, Sivrihisar’ın 13 km güneydoğusunda, Ballıhisar köyünün bulunduğu, Orta Frigya’nın doğu bölümünde yer almaktadır . Köyde Pessinus kalıntılarını ilk tespit eden kişi, 1834 yılında Ballıhisar’ı ziyaret eden Charles Texier’dir. Antik kentin kalıntılarına ilişkin bir tür hayali plan ve restitüsyon çizimi bırakmıştır. 1882’de köyü ziyaret eden Karl Humann ise o zaman görünür halde olan antik yapıların bir eskizini yapmıştır. Alandaki kazılar ancak 1967’de, Gent Üniversitesi’nden Pierre Lambrechts’in yönetimindeki bir Ekibin Alana gelişiyle başlamıştır – bu kazının amacı, antik yazarların eserlerinde sıklıkla bahsi geçen ve tasvir edilen ünlü Kibele tapınağını keşfetmek olarak açıklanmıştır. Lambrechts 1973’te ölümüne kadar kazılara devam etmiştir. Gent kazıları 1987’de John Devreker tarafından yeniden başlatılmış ve 2008 yılına kadar sürdürülmüştür. Bunun ardından, Melbourne Üniversitesi’nden Gocha Tsetskhladze’nin başkanlığındaki bir ekip çalışmaları yürütmüştür.
Ballıhisar, Orta Anadolu platosunun tepeleriyle çevrili ve doğuda Sivrihisar dağ dizisine yaslanan, deniz seviyesinden yaklaşık 950 m yükseklikteki bir vadide bulunmaktadır. Bu alan oldukça kurak olmasına rağmen, antik dönemdeki su tabanının daha yüksek olduğuna dair izler bulunmaktadır. Pessinus, bugün kuru bir kanal olan ve yalnızca sel veya yoğun yağmur dönemlerinde dolan Gallos Nehri’nin üzerindedir – bunun gerçekten antik bir nehir yatağı olup olmadığı hala bir soru işaretidir, çünkü nehrin antik dönemde çok kez akışını değiştirmiş olması muhtemel görünmektedir.
30 yılı aşkın kazılara rağmen hala alanla ilgili pek çok soru işareti mevcuttur ve Kibele’nin tapınağı henüz keşfedilememiştir.
Antik Yunan ve Romalı yazarlara göre Pessinus MÖ 8. yüzyılda bir tarihte yarı mitolojik Frigya Kralı Midas tarafından Kibele kültünün kutsal kenti olarak kurulmuştur.
Kibele’nin ana tapınağını taşıyan bu şehir daha sonra tapınak kenti haline gelmiştir. Pergamonlu Attalos Hanedanı şehri hâkimiyeti altına aldığında Kibele’nin tapınağını yeniden inşa etmiş ve beyaz mermerden inşa edilmiş portikolar eklemiştir. MÖ 3. yüzyılın sonunda, cennetten düştüğü rivayet olunan bir kült taşı Pessinus’tan Roma’ya taşınmış ve Palatine Tepesi’ndeki Zafer Tapınağı’na (MÖ 191’de açılmıştır) yerleştirilmiştir. MÖ 25 civarında, Augustus İç Anadolu’da Galatya eyaletini oluşturduğunda, Pessinus Roma yönetimindedir. MS 362’de imparator Julian burada ibadet etmiştir.
Pessinus’a bugüne kadar keşfedilen en erken yerleşim kanıtı yaklaşık MÖ 1600’den bir Eski Hitit testi parçasıdır. “Tapınak Alanı” adı verilen ana kazı çukurunda bulunmuştur. Burada aynı zamanda küller içeren bir “özellik” de görülmüştür. Bunların radyokarbon tarihlemesi yaklaşık olarak MÖ 1500’ü göstermektedir. Bunlar, alana en azından MÖ 2. binyılın ortasından itibaren yerleşilmiş olduğunu göstermektedir.
Aynı çukurda bronz bir Frig yaka iğnesi ve Orta ve Geç Frig döneminden (MÖ 6. ve 4. yüzyıllar) kalma taş duvar parçaları ve bazı çömlekler de bulunmuştur. Frig kaya mezarları, cepheleri ve Frigya yerleşiminin diğer görünür kalıntıları, Ballıhisar’ın 8-14 km kuzeyindeki (Pessinus alanı) dört konumda açığa çıkartılmıştır. Bunlardan en önemlisi, Pessinus’a 8 km mesafede yer alan ve tümü MÖ 8.-6. yüzyıla tarihlenen bir Frig mezar odası bir üç basamaklı sunak.
Modern köyün çeşitli bölümlerinde, Geç Hellenistik, Roma ve Bizans döneminden evlerin kalıntılarının yanı sıra, atölyeler ve bir Bizans kilisesi ve kalesi kazılmıştır. Bunların hepsinde yerel taş ve mermer kullanılmıştır – İstiklalbağı yakınlarında yaklaşık 12 km uzaklıkta bir mermer ocağı bulunmuştur. Tepelerle çevrili geniş bir vadide yer alan bu alan antik dönemde mezarlık alanları olarak kullanılmıştır. Burada çok sayıda mezarlık belirlenmiş ve bazıları kısmen kazılmıştır. MÖ 3.-2. yüzyıllardan kalmış olan mezarların çoğu zengin mezar eşyaları içeren mermer lahitlerden oluşmaktadır.
Modern köyün doğusuna doğru kuzeye bakan eğimde, Roma imparatoru Hadrian döneminde (MS 117-138) inşa edildiği veya yeniden yapıldığına inanılan ve 8000 seyirci barındırabilen bir tiyatro bulunmaktadır. Mermer oturma yerleri son iki yüzyıl boyunca yerliler tarafından tamamen sökülmüştür.
Kazı Evi ile köye (ve alana) hâkim tepenin üzerindeki Araştırma Merkezi arasında anıtsal bir yapının duvarı görünür bir şekilde durmaktadır. Bu yapı bir “Geç Roma Dönemi yapısı” olarak tanımlanmıştır. Alan 1960’larda kısmen kazılmıştır.
Pessinus’un yaklaşık 8 km güneydoğusunda Karacaören yakınındaki Hamamtepe, bir tepenin üst kısmında, deniz seviyesinin 1600 m üzerinde yer alan bir alandır. Muhtemelen Hellenistik döneme tarihlenen tahkim duvarları ve anıtsal yapıların kalıntıları açıkça görünür biçimdedir.
Alanın ortasında kaya içine oyulmuş büyük bir sarnıç/havuz bulunmaktadır. Yüzeyden toplanmış olan çömlekler Erken Demir Çağı’ndan Osmanlı dönemine kadar çeşitli dönemlere tarihlenmektedir. Şehrin MÖ 1. yüzyıldan itibaren tapınak kentinden Yunan tipi polis’e dönüştüğü ve gelişerek Anadolu’da çok iyi tanınan bir Greko-Romen şehri haline geldiği düşünülmektedir. Bu dönemde, anıtsal yapılar inşa edilmiştir – tapınak kompleksi, spor salonu, tiyatrolar, Sütunlu Meydan vb. Pessinus aynı zamanda kendi madeni paralarını da basmaya başlamıştır.
Pessinus’un sınırları hala net değildir. Avustralya, Türkiye ve dokuz diğer ülkeden öğrenciler ve uzmanlardan oluşan, Melbourne Üniversitesi yönetimindeki ekibin esas görevlerinden biri de şehrin sınırlarını çizmektir. Bununla birlikte, buluntuların haritasının çıkartılması ve Ballıhisar ve çevresinde gerçekleştirilen kapsamlı etütler, birtakım tahminlerde bulunmamıza yardımcı olmuştur: Hellenistik öncesi yerleşim için 19 ha ve Roma dönemi yerleşimi için yaklaşık 88 ha ile birlikte yaklaşık 18,5 ha mezarlık alanı.
Pessinus’un çevresinde kontrol ettiği toprakların alanını tahmin etmek de zordur. Bu alanın, muhtemelen Geç Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde oldukça geniş olduğu düşünülmektedir. Bu alan, kuzeyde ve doğuda Dindymos / Günyüzü Dağı ve güney ve batıda Sangarios nehri ile sınırlanmakta, Babe Çeşme (Sivrihisar’ın 2 km kuzeyinde) ve İstiklalbağı, Dinek, Çaykoz ve Karacaören’i (Ballıhisar’dan kuzeydoğu ve güneydoğuya doğru çizilen bir yay içinde, 7-11 km’lik bir mesafede) içine almaktadır.
Bir sınır taşı İstiklalbağı’nın, bir imparatorluk mektubu ise Tekören’in bu sınırlar içinde yer aldığını göstermektedir. Dindymos’un tepesinde bulunan anıtlar kesin olarak Pessinus ile ilişkilendirilememiştir, fakat Kibele ile ilişkilerinin olması halinde bu bağlantı kurulabilecektir.
Yıllar boyunca yapılan araştırmalara rağmen, Pessinus’un çevresindeki tahkim duvarlarından hiçbir iz bulunamamıştır. Bunun garip karşılanmaması gerekir: Frigya’da örneğin Aizanoi gibi başka duvarsız kentler de vardır. Topoğrafya sayesinde Pessinus duvarlar yerine gözetleme kuleleriyle savunulmuştur: Derin bir vadi içinde yer alması nedeniyle, bu tür kulelerle çevrelenmesi mümkün olmuştur. Melbourne ekibi ve bu ekipte bulunan jeofizik uzmanları altı veya yedi muhtemel kuleyi belirlemişlerdir. 2011’de, Kazı Evi’nin arkasındaki platoda bulunan, bir önceki yılın jeofizik araştırmalarının ortaya çıkardığı (Şek. 13) dairesel bir kuleye sahip bir Geç Roma – Erken Bizans dönemi kalesinin kazısına başlanmıştır (Sektör S) (Şek. 12). Pessinus, Amorium’dan Germa’ya giden, içinden kuzey-güney doğrultusunda geçen Roma yoluna enine bir şekilde yerleştirmiştir. Yolun bazı kesimleri günümüze kadar gelmiştir ve özellikle de İstiklalbağı yakınında açıkça görünür haldedir.
Tekören, Gent ekibi için olduğu gibi Melbourne ekibi için de çalışmalarının odak noktası olmayı sürdürmektedir. Yüzey araştırmaları, jeofizik etütlerle birlikte sürdürülmüştür. Buradan toplanan çömlek parçaları Bronz Çağı’nda Osmanlı dönemine kadar çeşitli dönemlere tarihlenmektedir. Jeofizik etütleri bazı alanlarda fırın olması muhtemel kalıntıları ve her biri yaklaşık 10 x 5 m boyutlarında, çok sayıda birbirine yakın dikdörtgen yapıyı göstermiştir.
Bağlar alanında, Ballıhisar merkezinin yaklaşık 1,5 km kuzeydoğusundaki yüksek platonun çıkıntısında ve köyün içinden akan Gallos Nehri’nin iki akıntısının birleştiği noktanın üzerinde çok ilginç bilgiler elde edilmiştir. Yüzeyden mermer mimari detayların yanı sıra, çok sayıda çömlek parçaları toplanmıştır (bunların çoğu Geç Roma / Erken Bizans döneminden kalma pitos ve karolardır). Buradaki jeofizik etütler çok iyi bir şekilde korunmuş çeşitli dikdörtgen yapıları ortay çıkarmıştır.
Modern köy merkezinin 500 m güneybatısındaki Harman Yerleri’nde ve aynı yönde bir 3,5 km sonar Tütücünün Ağılın Tepe’de yüzey araştırmaları gerçekleştirilmiştir. Her iki yerde de yüzeyde çok sayıda Roma çömleğinin yanı sıra mermer mimari detaylar ve mermer bloklar ele geçmiştir. Ballıhisar’ın 5 km batısındaki Gediközü Mevkii’ndeki kurtarma kazıları bu alanın Roma dönemine tarihlenen bir mezarlık olduğunu göstermiştir.
Sonuç olarak, Pessinus ve çevresi halen cevaplanmamış pek çok soruyu barındırmaya devam etse de, Orta Frigya’da çok önemli bir şehir olduğu açıktır – alan ve çevresindeki topraklarda bulunmuş yaklaşık 200 adet yazıt bu savı güçlendirmiştir. Bunlar arasında özellikle Pessinus’taki Kibele’nin Yüksek Rahibi’ne MÖ 2. yüzyılda Attalos kralları tarafından gönderilmiş sekiz özel ve gizli mektup yer almaktadır.
16 - Kurşunlu Cami
İlçe merkezindeki cami Şeyh Baba Yusuf tarafından yaptırılmıştır. Kitabesine göre inşa tarihi 898/1492’dir. Sivrihisarlı Şeyh Baba Yusuf’un İstanbul’daki II. Bayezid Medresesi’nin açılışını yaptığı, Bayezid Camii’nde ilk cuma namazında açılış dersi verdiği belirtilir. Sivrihisar’da doğan Baba Yusuf, doğduğu yere istinaden kaynaklarda “Sivrihisârî” lakabıyla anılmaktadır. Ayrıca, Sultan II. Bâyezîd Han’la Yusuf-ı Sivrihisari arasında yapılan babalık ve oğulluk akdinden sonra, Bayezid Han’ın ona “Baba” diye hitap ettiği ve bundan dolayı Yusuf-ı Sivrihisari’nin “Baba” lâkabıyla da anıldığı halk arasında söylenmektedir.
Kurşunlu Camii ve çevresi Kutsal bir alan ve ilahi bir mekandır. Camiinin dünyanın en büyük medresesi İrfaniye Medresesi’nin yanında olması, kutsal emanetleri bulunması gibi çok önemli detaylar sayesinde uzun yıllar Hac öncesi ve sonrası ziyaret edilen kutsal bir alan olmuştur. Ayrıca 50 metre yakınında Seyyid Mahmud Suzani Külliyesi ve önemil kabirler 40’lar camisi denilen Ak Cami de hemen yanı başındadır.
Bina plan olarak tek kubbelidir. Üç kubbeli bir son cemaat yeri ve sağında bir minaresi vardır. Son cemaat cephesi ve minare, kesme tastan, diğer kısımları kesme taş üç sıra tuğladan inşa edilmiştir. Son cemaat yeri ince iki yan duvarın uzantısıyla ve kare seklinde iki yığma ayaktan meydana gelmiş ve üç kubbelidir. Son cemaatin yan duvarlarında ikişer niş vardır. Cümle kapısı az çıkıntılı ve sivri kemerli bir nis içindedir. Kitabe bu nişin üzerindedir. Duvar kalınlıkları son cemaat duvarında 1. 32 m. diğer duvarlarda 1. 48. olarak ölçülmüştür.
Harim, 12. 80 x 12. 95 m. ebadındadır. Mihrap duvarı hariç, her duvarda beşerli üç sıra pencere vardır. Kubbe kasnağı da on iki kenarlı olup 12 pencerelidir. Bütün pencere kemerleri, içte ve dışta yuvarlatılmıştır. Kubbe kasnağındaki iç pencereleri yanlarında, alçı sütuncuklar ve üstlerinde yuvarlak alçı kemerler mevcuttur. Bu alçı işleri ve pencerelerin yuvarlanmalarının, yakın zamana ait olduğu aşikardır. Yan duvarlarda 150 cm. genişliğinde birer niş vardır. Minare kapısı sağda diptedir. Mihrap az çıkıntılıdır. Beş kenarlı nişi, bursa kemerli bir tahfif kemeri içindedir.
Tahfif kemeri üzerinde sağda ve solda kabaralar vardır. Mihrap nişi sekiz sıra bademlidir. Köşelerde kum saatli ve örmeli sütuncukları vardır. Minber ahşaptan ve basittir.
Kasnak başlangıcından sonra, gayet uzun ve dik baklavalı bir pabuç gelmektedir, iki simim arasındaki gövde on altı kenarlıdır. Minare serefesi helezonik yivlidir.
Kitabe: Kapı üzerindeki sivri kemerin üstünde üç bölümlü üç satır halindeki kitabesi Arapçadır. Bozuk bir sülüs hattı ile yazıldığı gibi Arapçası da bozuktur.9.40 m. uzunluğunda olan dört adet kabir bulunmaktadır. Kabir taşları mevcut olmasına rağmen, silik olduğundan okunamamıştır.
Kurşunlu Camii klasik uslubu ve nisbetli gövdesi ile mahalle arasında sıkışmasına rağmen üzerinde durulması gereken bir eserdir. Bu cami, 1343’de Hoca Osmanoğlu Hoca İbrahim’in yaptırmış olduğu mescidin yıkılıp genişletilen yerine yaptırılmıştı.
Dr. Cahit Baltacı Bey Kitabı Mahbub’un müellifi olan Sivrihisarlı Baba Yusuf’un İstanbul II. Bayezid Medresesi’nin açılısını yapağını zikretmektedir. Bayezid Camii’nde ilk Cuma namazında açılış dersini de yapmıştır.
17 - Seyyid Şeyh Mahmud Süzani Külliyesi
İsminin Seyyid ve Şeyh olması çağının ileri gelen din adamlarından olduğunu ortaya koymaktadır.
Seyyid Mahmut Süzâninin hayatı ve kişiliği hakkında, külliyesi ve kabrindeki kitabesinden başka bir bilgiye sahip değiliz. İsminin Seyyid ve Şeyh olması çağının ileri gelen din adamlarından olduğunu ortaya koymaktadır. Vakıf kayıtların da mezarının bulunduğu çevrenin SEYYİD MAHMUT SÜZANİ KÜLLİYESİ olarak belirtilmiş olması da bize ayrı bir bilgi vermektedir. Bilindiği gibi Sivrihisar’da yaptıranın ve ihdas edenin ismine izafeten bir çok külliye mevcuttur. Külliyelerin yapısı içinde Medrese, Mescit, İmaret, Misafirhane ve Kütüphane gibi bölümler bulunuyor. Mahmut Süzani Külliyesinde de bunların bulunması külliyenin bu zat tarafından yaptırılmış olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Ancak, Külliyenin mescit kitabesinde, “bu imareyi ve türbeyi Hoca Bahadır Ömer’in oğlu büyük kadı Yakup 749 da yaptırdı.” denilmesi mescidin ve Süzani’nin türbesinin bilahare yapıldığını belirmektedir.
Seyyid Mahmut Süzani’nin türbesinin kitabesinin Türkçe’si “Darı fena olan dünyadan Dârı bekâ olan ahirete ve gurur merkezinden sevinç yurduna giden şehit, Seyyid, Allah’ın rahmet ve gufranına vasıl olan Şeyhlerin kutbu Abit, Zahit, Fütüvvet sahibi Şerafettin oğlu Seyyid Mahmut’un kabrini yüce Allah ışıklandırsın. Sene 630” Kitabede belirtildiği üzere Şeyh Süzani, Selçuklular çağında İslâm’a hizmet verip vasfı ile gurur diyarı, Sivrihisar’daki medreselerde görev yapmış ulu bir din büyüğüdür.
18 - Mahmûd Suzani Türbesi
Kurşunlu Mahallesi, Uçapark Caddesinde yer alan iki katlı yapının alt katı dikdörtgen planlı, sivri tonoz örtülü, üst katı eyvanlıdır. 1348 yılına tarihlenen yapının banisi, Hoca Sadreddin Yakub bin Hoca Bahadır Ömer’dir. 1980 yılında belediye tarafından onarılarak doğu ve batı cephelerine tuğla örgülü birer üçgen alınlık yapılmış ve yapının üzeri kırma çatıyla örtülmüştür. Yapı sağlamdır. Her iki kata da batı cepheden girilir. Alt kata, eksende bulunan dikdörtgen biçimli bir kapı; üst kata, önünde yer alan sivri kemerli, eyvandan basık kemerli bir kapıyla girilir. Üst kattaki eyvanlı giriş, sivri tonoz örtülüdür. Eyvan içinde, eksende yer alan kapı, iki yanda iki sütuncenin sınırlandırdığı derinliği az, dikdörtgen biçimli bir niş içerisindedir. Kapının üzerinde tek sırada dört mukarnas dilimi yer alır. Mukarnasların üzerindeki kare panoda beş satırlık inşa kitabesi bulunur. Mescit kısmı, üçgen kuşak ile geçilen 4.90 m çapında bir kubbe ile örtülüdür. Bu katın güney duvar ekseninde kademeli üç düz şerit ile çevrelenen yarım daire kesitli mihrap nişi bulunur. Mihrap kavsarasında dört sıra mukarnas bulunmaktadır.
19 - Kılıç Mescid Minaresi (Camisiz Minare)
Camisiz Minare, camisi yıkılmış yalnız minaresi kalmıştır. Şunda Sivrihisar Belediye Başkanı Hamid Yüzügüllü tarafından başlatılan düzenleme ile Minare etrafı açık havada namaz kılınabilecek hale getiriliyor. Kılıç Minaresi. Sivrihisar kılıçla fethedildiğinden ve kılıca dayanılarak hutbe okunan ilk mescit olmasından dolayı bu adı aldığı söylenir. Bir başka rivayete göre Oğuz boylarının Kılıç aşiretinden adını alır. Tümüyle ahşaptan yapılan mescidi yıkılmış ve günümüze yalnızca minare kalabilmiştir.
Bu mescidden ismini alan Kılıç Mahallesi, Kağnı pazarı meydanında 28-29 Hd. numaralı pafta, 168 ada, 1 nolu parselde yer almaktadır Mescitsiz Minare, Kılıç Minaresi. Sivrihisar kılıçla fethedildiğinden ve kılıca dayanılarak hutbe okunan ilk mescit olmasından dolayı bu adı aldığı söylenir. Bir başka rivayete göre Oğuz boylarının Kılıç aşiretinden adını alır. Tümüyle ahşaptan yapılan mescidi yıkılmış ve günümüze yalnızca minare kalabilmiştir.
Merhum Veli İhsan Atasoy’un anlatımına göre; “Kılıç Mescid Camiinin seviyesi, minare kapısının eşik seviyesinde idi. Camiye, mermer dairevi merdivenlerle kuzey istikametinden giriliyordu. Caminin batısında, halen mevcut evlerle arasında 2 metre genişliğinde bir daracık (dar sokak) bulunuyordu, Güııey (mihrab) duvarının, Yeni Hamam önünden geçen sokağa kadar uzandığı ve cami altında kepenkli ve kepenkleri kaldırıldığında sahn-ı nişin’e (boşlukta oturan mekana) tavan oluyordu. Minarenin güneyi boşluk olup, bu boşlukta güneye doğru mezarlar vardı.”
Cami tümü ile ahşap olup pencere kanatları dahi kündekari tarzda yapılmış (Ulu Cami minberi gibi) süslü ve islemeli idi. Tahsin Özalp, mescidin yanındaki mezar taşında “El-imam Sadr-ül kebir Horasan meşayihinden Şeyh Mehmed Efendi-1175” tarihî yazılı olduğunu beyanla; mescidin ölüm tarihinden evvel inşa edilmiş olması (1131) gerektiğini ifade etmiştir. Buna göre 1232 tarihli minberle arada yüzyıla yakın bir zaman olup minberin sonradan yapılmış olması mümkündür. Caminin bugün minaresi ayaktadır. Halen 4 büyük basamakla çıkılan kapısı, camiye bitişik olduğu batı cihetinde bulunmaktadır. Kaidesinin üzerinde bulunan dört köşe pabuçluk kısmı, köşelerinden pahlanarak silindir gövde ile uyuşmuştur. Minare 53 basamaklı olup, minarede çini kuşaklar vardır. Bu kuşaklardan biri şerefe peteklik altında, diğer ikisi şerefeden sonra bacanın ortasında ve külahın altındadır. Cam göbeği yeşil renklerdedir.
2018 yılında Sivrihisar Belediye Başkanı Hamid Yüzügüllü tarafından başlatılan düzenleme ile Minare etrafı açık havada namaz kılınabilecek hale getiriliyor. Sivrihisar her yönüyle ilklere sahne olan bir ilçe Bu da Eskişehir’de bir ilk olacak..
20 - Akdoğan Mescidi
Selçuklu döneminden kalma önemli bir mescid olan Akdoğan Mescidi, Sivrihisar’ın önemli bir uç şehir olduğunun göstergesidir. Anadolu’nun ilk mescidlerindendir.
Akdoğan mahallesi Unkapanı Caddesi 2928 numaralı pafta, 170 numaralı ada, 2 numaralı parselde kayıtlı olup saat kulesi arkasındadır. Boyutları: Dış 49×7.57 m. İç 5.57 x 6.64 metredir.
Kapısı doğu cephenin kuzey kösesinde olup üzeri siperlidir.
Doğu duvarında üç pencere, 1 ve 3. pencereler üzerinde tepe pencereleri, kıble duvarında ve batı duvarında ikişer pencere ve Üzerlerinde tepe pencereleri vardır. Batıdaki pencerelerin önünde duvarlarla çevrili kare planlı bir avlu vardır. Kuzey cephe sağırdır.
Tek ahşap direkle tasman tek mekanlı dikdörtgen planlı, ahşap kirişlemesi üstten kaplamalı tavan ile örtülüdür. 15. yy.’a ait Başbakanlık arşivi tapu tahrir defterine 453151 B. Numaralı vakfiyede kayıtlı olup, Timurtaşpaşazade Umurbey oğlu Selçuk Bey tarafından yaptırılmıştır.
Mihrabın üzerinde eli böğründe kilim desenine benzeyen dendanlar vardı. Bunlar halen yoktur. Yanında, arkasındaki dağdan suyu gelen sivri kemerli Akdoğan çesmesi vardır. Selçuk Bey Geçek Camii’ni yaptırmış köye su getirmiştir.
Bu mescidin örtüsünün 2/3 ü tüteklikli örtü tekniği ile yapılmıştır. Bu örtü tekniğinin Selçuklular’dan başlayarak 19. yy. a kadar kullanıldığı ifade edilmiştir. Tüteklikli örtü, açıklığı eldeki kiriş boyutlarını aşan kare veya kareye yakın mekanların örtülmesi için geliştirilmiş bir konstrüksiyondur. İlk aşamada Akdoğan mescidinde görüldüğü gibi duvarlar arasında mesafeyi geçmekte yetersiz kirişler köselerin önüne çapraz yerleştirilir, açıklık küçültülür. Sonraki aşamada köse kirişlerin üzerine bu kez duvarlara paralel kirişler oturtulur. Gereğinde devam eder.
Elimizde mevcut Sultan 11. Mahmud Tuğrası’nı havi ve vakıflarca latin harflerine çevrilen beraatdan, Mahalle-i Akdoğan’da “İmam Mescidi” diye zikredilen mescidin ve türbenin, Geçek köyündeki cami, çeşme ve hamamın ve Seki köyündeki mescidin yaptırılıp, Gecek’teki hamam ve Sivrihisar bedestende 36 dükkan ve Hazinedar Camii’ne bir dükkanın Umurbey oğlu Selçuk Bey tarafından vakfedildigi anlaşılmaktadır. (Vakıflar Bölge Md.. 6. 5. 1967 tarih ve 19793/99 sayılı yazıları ile) Çok hayırsever Umur Bey, çardak hamamınında banisidir. Zikri geçen yazıda (Selçuk Bey bini Umurbey) vakfı hakkında kütüğümüzde kayıt ve malûmat yok denilmişse de Dr. Halime Doğru’nun XV-XVI yy. da Sivrihisar isimli eserde zikredildigi üzere 453151 B. nolu vakfiyede (15. yy) ve 23. 399 no ile Tapu Tahrir Defterinde kayıtlıdır.
Sivrihisar İlçesi, Selçuklu Türk Ordusunun Malazgirt’te kazandığı savaştan ve Ankara’nın işgalinden sonra, Sivrihisar’a kadar uzanan bir coğrafya üzerinde, Türklerin eline geçmiş bir uç şehirdir. Uç şehir olması hasebiyle Orta Asya’dan gelen Türk boylarının uğrağı olmuştur. Doğu’dan gelen boyların ilki Salur Türkmenleridir. Diğer ismiyle Kılıç’lı aşiretidir. Kılıç mahallesinin halen bu ismi taşıdığı biliniyor. Akdoğan mescidinin 1073 yılında yapılması Sivrihisar’ın önemli bir uç şehri olmasının en büyük kanıtıdır.
Türklerin Sivrihisar’a yerleşmeleri ile önemli gelişmelere sahne olmuş, Anadolu’da ilk Medrese’nin ( Fakülte ) Selçuki’ye Medresesi ismi altında Sivrihisar’da kurulduğu, daha sonra Medrese sayısının köylerdekilerle birlikte 33’e ulaştığı görülüyor. Medreselerin yanı sıra ekonomik gelişme süreci de başlamıştır. İlk gelen Türkmenlerin meslekleri olan kök boya, halı, kilim dokumacılığı ileri boyutlara ulaşarak bir sanayi şehri olmuştur. Diğer yandan Debbah (Tabak) lık mesleği de gelişmiştir. Bunlara demir – bakır işlemeciliği de eklenerek Sivrihisar dini ve içtimai merhalelere sahne olmuştur. Köylerdeki yerleşim alanlarında da çiftçilik ve hayvancılık iştigal alanları haline gelmiştir. Yapılan araştırmalar ve Salname kaynakları Kervan ticareti ile, ihracatın da ileri boyutlarda olduğunu vurgulamaktadır.
Medreselerde yetişen alimler, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, İmparatorluğun dört bir yanına dağılarak, dini ve içtimai hizmetler yapmışlardır. Başka Yunus Emre, Şeyh Baba Yusuf, Nasreddin Hoca, Aziz Mahmut Hüdayi, İstanbul’un ilk Kadısı ve Belediye Başkanı olma onurunu taşıyan Hızır Bey ve oğlu Sinan Paşa, Hamdi Baba ve daha niceleri Sivrihisar’ın bağrından yetişip Dini İslâm’a hizmet vermişlerdir.
21 - Uçapark
22 - Akbaş Çoban Çiftliği
Mastiff ve tazı özelliği gösteren dünyadaki tek ırk olan akbaşın yurt dışındaki ülkelerde özellikle Amerika’da yetiştiriciliği günden güne yaygınlaşmaktadır. Amerikan Tarım Bakanlığı tarafından yapılan ve Kuzey Amerika’da ki çoban köpeklerinin sürü koruma performanslarını konu alan bir araştırmada Akbaş ırkı birinci olmuştur.
Türk çoban köpeği olan akbaş, Anadolu’nun en eski koruma ve çoban köpeği ırkıdır. Sivrihisar ve yöresinde sürü koruma köpeği olarak yetiştirilmektedir. Süt beyazı post rengine sahip, çekik karınları, derin göğüs kafesleri, uzun bacakları ve kaslı vücutları ile oldukça çevik ve hızlı köpeklerdir. Yüksek ancak hantal yapıda değildir. Vücut ile orantılı zarif bir kafa yapısına sahiptir. Hareket halinde ya da alarm durumunda kalçanın üzerinde içe doğru sarmal kuyruk tutuşu özeldir. Erkek ve dişiler arasında morfolojik yapı (vücut uzunluğu, kafa büyüklüğü, kemiklilik) bakımından farklılıklar belirgindir. Erkek köpekler dişilerden daha uzun ve ağırdır. Ergin canlı ağırlık erkeklerde 40-60 kg, dişilerde 35-45 kg’dır
Mastiff ve tazı özelliği gösteren dünyadaki tek ırk olan akbaşın yurt dışındaki ülkelerde özellikle Amerika’da yetiştiriciliği günden güne yaygınlaşmaktadır. Amerikan Tarım Bakanlığı tarafından yapılan ve Kuzey Amerika’da ki çoban köpeklerinin sürü koruma performanslarını konu alan bir araştırmada Akbaş ırkı birinci olmuştur.
Himayesinde gördüğü inek, koyun gibi hayvanlara ve birlikte yaşadığı insanlara karşı çok korumacı davranır. Ama kurt, çakal, ayı gibi hayvanlara karşı çok saldırgan olur. Akbaş köpekleri doğaları gereği korumacı ve şüphecidirler. Evine gelen konuklara da kuşkuyla bakar. Bir koyun sürüsünü dağıtmadan tek başına ağıla kadar getirebilir. Özgürlüğüne çok düşkündür. Bundan 3000 yıl önce Beyaz Kurttan üretildiği ve genetik bilimciler tarafından çoban köpeği ırklarının genetik atasının Orta Asya kurdu olduğunu belirlemişlerdir.
23 - Çardak Hamamı
Roma döneminden bu yana kullanılagelmiş şifalı kaplıca suyu üstüne yapılmış olan Çardak Hamamı, bir Selçuklu yapısıdır.
Çardak hamamı sahip olduğu eşsiz işlevinin gerekli kullanım ihtiyaçları karşılanarak ve hamam yapısının özgün mimari özellikleri korunarak hizmete sunuluyor.
Erkekler ve kadınlar hamamı olmak üzere birlikte inşa edilmiş iki ayrı kubbeli sekizgen mekandan oluşmaktadır. Sivrihisar Hamamkarahisar mahallesi Dutlu ve Kadıncık köyleri yol ayrımından evvel, tarihi köprüden sonra sağda ve Hamamkarahisar Caminin kuzeyinde yer alır.
Kaplıcanın suyu hafif eğimli bir tepenin yamacındaki tek bir kaynaktan çıkıyor. 35 ˚C sıcaklıktaki suyun debisi 45 lt/ sn. Kaplıca suyu Bikarbonatlı, Kalsiyumlu, Sodyumlu, Bromürlü ve radyoaktif bir bileşime sahiptir. Kaplıca suları banyo ve içme kürleri için elverişlidir. Kaplıcada yer alan ve tarihsel değeri de olan iki hamamın içinde 1.5m derinliğinde ve 6mx6m boyutlarında biri erkeklere, biri kadınlara ayrılmış iki havuz var. Romatizmal hastalıklar, böbrek, idrar yolu hastalıkları, metabolizma bozuklukları, cilt hastalıkları ve sinir sisteminin uyarılmasında yararlıdır.
Günümüzde atıl durumda olan hamam Belediye Başkanı Hamid Yüzügüllü başkanlığında Sivrihisar Belediyesi tarafından röleve çizimleri , restitüsyon projesi, sorun ve müdahale tespitleri belirlenmiş ve restorasyonu tamamlanmak üzeredir.
Çardak hamamı sahip olduğu eşsiz işlevinin gerekli kullanım ihtiyaçları karşılanarak ve hamam yapısının özgün mimari özellikleri korunarak hizmete sunuluyor.
Kızıl’ın Türkmen Bayındır Boyu Beyi olduğu, İzzeddin Keykavus’un danıştığı üç büyük emirden biri olduğu kaynaklarda belirtilir) Ayrıca aynı alanda bulunan ve 1259 yılında Türkmen Bayındır Boyu Beyi, Emir Seyfettin Kızı l( tarafından yaptırılmış, Türkiye’de ki nadir örneklerden Selçuklu Mirası Hamamkarahisar Cami restorasyonu içinde Sivrihisar Belediyesi Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile görüşmeleri sürdürüyor. Görüşmelerin olumlu sonuçlanması halinde cami restore edilerek bu bölge önemli bir doğal turizm merkezi haline gelecek.
24 - Balık Damı Kuş Cenneti
Toplam alanı ise 30 bin dönüm civarındadır. Balıkdamı çok sayıda küçük gölet ve büyük sazlıklardan meydana gelir. Önemli bir sulak alan olmasının yanında çok sayıda bitki balık ve kuş türlerini de ev sahipliği yapar.
Türkiye’nin en büyük sulak alanlarının başında gelen ‘Balıkdamı’ Sivrihisar’ın 25 km güneyinde Ahiler, Kurtşeyh, Ertuğrul ve Göktepe Köyleri arasında yer alan Sakarya Nehri üzerinde yaklaşık olarak 1470 hektar alana sahiptir. Yaklaşık 5 km genişliğinde ve 20 km uzunluğunda bir alanı kaplar.
Toplam alanı ise 30 bin dönüm civarındadır. Balıkdamı çok sayıda küçük gölet ve büyük sazlıklardan meydana gelir. Önemli bir sulak alan olmasının yanında çok sayıda bitki balık ve kuş türlerini de ev sahipliği yapar.
1980 yılında 2. derece doğal sit alanı, 1994 yılında ise yaban hayatı koruma sahası ilan edilmiştir.
Balıkdamı Kuş Cenneti, Asya’da yaşayan yabanıl su kuşları için batıdaki son durak özelliği de taşıyor. Türkiye’nin sayılı sulak alanlarından olan bu bölge, kuzey ve güney ülkeleri arasında mevsimlik göç eden kuşlar için de en önemli konaklama noktalarından biridir. Bir sulak alanda göçmen kuşlar konaklıyorsa o alanda yeterli sayıda balık olduğu aşikârdır. Bu balık bolluğundan dolayı bu özel bölgeye de halk tarafından balıkların üreme ve yaşam alanı anlamında “Balıkdamı” ismi verilmiştir. Sakarya Nehri’nin bu zengin balık kompozisyonuna sahip olmasında en önemli faktör de Balıkdamı’dır. Çünkü bu bölge tatlı suda yaşayan bir balığın isteyeceği tüm koşulları fazlasıyla sağlamaktadır. Bugün hâlen diğer sulak alanlarımıza göre balıkdamı, hem su kalitesi hem de çevresel faktörler açısından çok daha iyi durumdadır.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi biyoloji bölümü öğretim görevlisi Dr. Muharrem Karakaya öncülüğünde yapılan çalışmalarda balıkdamının bir çok kuş’a evsahipliği yaptığı tespit edilmiştir. Bir bölgenin kuş cenneti olması göçmen kuşların duraklaması ve bazılarının o alanda üremesi o sulak alanın mükemmel çalışan bir ekolojik dengesinin olduğunun göstergesidir. Bugün İngiltere’de gözlemlenen kuş türü sayısı 400 ve Türkiye genelinde gözlemlenen kuş türü sayısı 507 iken, sadece balıkdamıda görülen kuş türü sayısı 256’dır. Yani tüm Türkiye’nin tamamında görülen kuş türlerinin yarısından fazlasının balıkdamında görülebildiği tespit edilmiştir.
Bölge aynı zamanda İç Anadolu bölgesinde yer alan karasal iklime sahip Eskişehir’in daha ılıman bir iklime sahip olmasını da sağlamıştır. Türkiye’nin ender sulak alanlarından balıkdamı Göksu Düdeni, düden yani suyun kaynadığı nokta. Bu çayırlık alan Sakarya’nın Göksu deresiyle birleştiği yerde karstik ve düz bir yapıya sahip olan bu bölgenin suyu tutmasına neden olan bataklık-sazlık bir nitelik kazanmıştır ve yaklaşık 30 bin dönümden oluşan bir alanı kapsamaktadır. Dünyada da örneğine çok az rastlanan bu çok özel ekosisteme Su Basar Çayır Ekosistemi denir.
Su basar çayır ekosistemlerinin önemi herhangi bir gölden ya da nehirden çok daha fazla kuş’a evsahipliği yapıyor. Buradaki Sazlık alanlar kuşlar için barınma ve üreme alanı teşkil ediyor.Bölgenin adının Balıkdamı olmasıda yine o sazlık alanlar çok fazla balık türünün yumurtladığı alanlardır aynı zamanda. Balığın ürediği yer aslında balıkdamı. Balığın bolluğu buraya kuşlarıda çekmektedir. Dünyada bile çok az örneğine rastlanan çok özel bir ekosistemdir balıkdamı.