Montrö tartışmalarına bir de şu sıralama ile bakın;
1-İki yıl önce ilk defa RTE'den Montrö lafı duyduk
2-Daha sonra “Montrö’ye takılmayın” dedi
3-Önce 126 emekli büyükelçi Ocak 2020’de bildiri yayınladı (Pandemi başlayınca gümbürtüde kaynadı)
4-Büyükelçilerim bildirisinden tam bir sene sonra nedense biri, TBMM Başkanı Şentop’a “Cumhurbaşkanı Montrö’yü feshedebilir mi?” diye sordu, cevaben “Teknik olarak evet” yanıtı verildi
5-Bunun üzerine amiraller bildiri yayınladı.
6-RTE, tekrar Montrö gündemimizde değil, dedi
7-Dün konu Putin’e soruldu ve Putin "Montrö korunmalı" dedi
8- Yine dün; ABD 2 savaş gemisini gelecek hafta Karadeniz’e göndereceğini bildirdi.
Aga ne oluyor yaa...
Ne planlar yapılıyor yine üzerimizden?
Şimdi Erdoğan’ın AB Komisyon Başkanı ile olan koltuk tartışmasına dönelim;
Nezaket, protokol, saygı... Ne derseniz deyin, neresinden bakarsanız bakın, en nihayetinde yanlış gördüğümüz şeyin - belki de basit bir hatanın - aslında bilinçaltında başka şeylerin sonucu olarak özellikle yapılmış olacağını düşünenler az değil.
Peki AB Komisyon başkanları gelip bize ne teklif ettiler?
Tabii ki mülteciler için daha fazla para. Bununla ilgili farklı yerlede haberler çıktı. 2016 yılında 5 yıllık, 6 milyar dolar karşılığında yapılan Mülteci koruma anlaşması uzatıldı, ama yeni rakamın ne olduğunu henüz bilmiyoruz. Gerçi yeni rakamı açıklasalar dahi, verdiğimiz vergilerle Suriyelilere bakılıyor algısını değiştiremeyecekler, çünkü iktidar bu konuda ve birçok konuda olduğu gibi maalesef iletişimini doğru yapamıyor.
The Times bununla ilgili haberinde Erdoğan ile ilgili şöyle dedi: "AB liderleri Erdoğan’a zeytin dalı uzattı, bu mutabakat çerçevesinde Türkiye'ye 6 milyar euro mali yardım yapılması planlanmıştı ancak bu yardım hem Ankara'nın beklediği takvimde gelmedi hem de direkt Hazine'ye değil, proje ve sivil toplum kuruluşları bazlı olduğu için hükümetin kontrolünde olmadı.”
Times'ın haberine göre anlaşmanın yeni çerçevesi içerisinde Ankara'ya daha fazla maddi yardım yapılması kararlaştırıldı. “Yeni anlaşmanın detayları açıklanmadı ama yakında Türkiye’ye Ürdün ve Lübnan’daki mülteciler içinde hazırlanan kaynak paketini açıklayacaklar.”
Şimdi gelelim Montrö/AB/Mülteci olayının arka planına;
ABD, Karadeniz’i uluslararası deniz haline getirmek ve buradaki askeri varlığını arttırmak için Türkiye’ye zaman zaman baskı kurmaya çalıştı. Türkiye bu anlaşmaya sadakatini sürdürdü. Yaklaşık 3-4 senede bir bu tartışmalar Amerika tarafından ısıtılıp ısıtılıp tekrar özellikle açılıyor.
AB ise başka bir kafada, bu tartışmalardan bağımsız, İtalya Başbakanının “Diktatör” çıkışına karşılık daha yumuşakça; "Bir kişinin veya sistemin ne olduğunu tanımlamak AB'ye düşen bir iş değil. Türkiye'de seçilmiş bir meclis ve seçilmiş bir Cumhurbaşkanı bulunuyor. Ama aynı zamanda hakkında çok sayıda endişemiz bulunan bir ülke ve bunlar sır değil” minvalinde şeyler gevelediler.
Oturma düzeni, nezaket, protokol filan bunların hepsini geçin. Aslında Erdoğan çok açıkça AB’ye bir mesaj veriyor ve diyorki;
"Arkadaşlar benim muhattabım siz değilsiniz, sizlerle geçirecek zamanım yok. Benim şu anda daha önemli konularım var ve asıl muhattaplarım Putin ve Biden’dır. O yüzden geçin bu tartışmaları. Biz sizin için mültecilere bakıyoruz, paramızı verin ve bakın işinize."
Hatırlayın, pandemi öncesinde kapıları açarız tehdidi ile hem AB’ye hem Rusya’ya hem de ABD’ye bir mesaj verilmişti. Bunu bir satranç gibi düşünmek lazım, örneğin elimizde at, kale ve piyonlar var, ama Rusya ve ABD’nin elinde ise şah, vezir ve filler var. Benim anladığım şu anda da Kanal İstanbul ile, Montrö tartışmaları ile elimizi güçlendirmeye çalışıyoruz. ABD'nin öne sürdüğü taşların hepsi canımızı acıtıyor ama Rusya ile taşlarımızı birleştirmeye çalışıyoruz.
Sonuçta ortada sadece bir satranç tahtası ama birçok oyuncu var, herkes tahtada kendi taşlarına yer arıyor.
Canımızı en çok acıtan ise elimizdeki taşların değerini düşürmeye, tahta üzerinde rakiplere yer açmaya çalışan ve "milliyiz, vatanı en çok biz düşünüyoruz" safsatası yapan muhalefetin, vatan hainleri ile olan ilişkisi.