Meryem İlayda Atlas, Batılı feminist perspektifin Filistinli kadınların mücadelesini neden doğru yerden okuyamadığını ve ana akım medyada temsil edilmemenin altında yatan realiteyi AA Analiz için kaleme aldı.
***
1948’den beri parça parça işgal altına alınan Filistin topraklarında kadınlar, son 75 senedir büyük bir varoluş mücadelesi ve kadın aktivizmi sergiliyor. Maalesef bu kadın mücadelesi, "birinci dünyanın" makbul kadın aktivizmi olarak kabul ettiği eylemlerin epey dışında. Dünya görmediği, Batılı feminist kriterlere uymadığı, Filistinli kadınların ülkesi bizim ülkelerimize pek benzemediği için mücadelenin özü ve şekli de bir hayli değişiklik gösteriyor.
Filistinli kadınları mücadelesini anlayamayan Batılı feminist perspektif...
Yok olma, yurtlarından sürülme, evlerine el konmayla karşı karşıya kalan bir halkın kadın nesillerinin milli değerleri, kültürü, kimliği koruma refleksi, “milliyetçilik ve feminizm” başlığı altında değerlendirilip, ataerkillik söylemi içinde tüketilemeyecek kadar hayati bir duruma işaret ediyor. Mesela Gazzeli bir annenin neden 6 çocuk doğurduğu konusu, yok edilme, soykırılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış bir toplumun dinamiklerinde gizli. Batılı feminist akademisyenler ise Filistin’de kadın haklarının milliyetçi bir eksende ilerlediğini kabul ederek, Filistinli kadınların vatanlarının özgürlüğünü kendi özgürlüklerinin önüne koyduğu gerçeği üzerinden bir kurumsallık, içeriden dönüşüm ve özgürleşme analizi yapıyorlar.
Gerçekten de Filistinli kadınların vatanları için yapmak zorunda kaldıkları fedakarlıklara Batı literatüründen bakarsak, bu fedakarlığın boyutu kadın mücadelesi açısından bir bozulma olarak görünebilir. Bozulma olarak görünen/görülen bu durum, Batılı feminist standartlarla bakarken kolonyal geçmişin ve işgalin gerçekliğini atlayan sınırlı bir anlayış geliştirilmesiyle ilgilidir. Bu bakış açısıyla yaklaşırken kadın özgürlüğünü cinsiyete dayalı iş bölümü, kadın militanlığı ve ataerki üzerinden okursak kolonyal bir okuma yapmaktan öteye gidemeyiz. Filistinli kadınlar için vatan, milliyetçilik ve direniş kavramları kadın aktivizmiyle beraber okunmak zorundadır. Hele de en son olarak 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Gazze’de yaşananlar göz önüne alındığında Filistinli kadınların en ev içi rolleri gerçekleştirmesinin nasıl imkansız bir hal aldığını, çocuklara bakım vermenin nasıl bir irade, azim ve psikolojik mücadele gerektirdiğini, adeta bir meydan okumaya dönüştüğünü görürüz.
Bir bina enkazında iki çocuğunu yıkamaya çalışan kadın...
Filistinli kadınlar günlük hayatlarını İsrail’in zulmü altında geçiriyor. Gazze’de bir bina enkazında iki çocuğunu yıkamaya çalışan kadın aslında kamusal rol üstlenmiş bir kadındır.
Kadın aktivizmini belli kurallara, çerçevelere bağlasa da “beyaz feminizm”, bu tarz gerçekçi yaklaşımlara da elbette kapı aralıyor. Her gün ve her an en temel insan hakları, en temel insani ihtiyaçları ihlal edilen bu insanların sadece günlük işlerine devam etme azim ve kararlılığıyla bir direniş kabul edilebilir. Fakat literatürde yeri olsa dahi bu direniş, özellikle Batı perspektifinde neredeyse tamamen görünmezdir. Batı'dan görünen Müslüman kadın analizleri, toplumsal cinsiyet rolleri, zorla örtünme, evlendirilme, çocuk doğurma/bakma gibi klişeler üzerinden devam ediyor.
Batılı anlatı ile sadece Gazzeli kadınları değil, gerçekleri de göremezsiniz
İsrail’in oluşturduğu olağan dışı sosyal hayat koşulları, düzenli baskı, göçe zorlanma klasik toplumsal rollerin çok ötesinde bir zorlanmaya ve mücadeleye işaret ediyor. Bu kadınlar onlarca yıldır bu zulmü yaşıyor, yok olmamak için neslin devamını sağlıyor ve takdir edilesi bir kadın mücadelesi sergiliyor. Tabii eğer Batı'nın ana akım anlatısı üzerinden bakıyorsanız, bir tek Gazzeli kadınları görmemekle kalmaz, kimin haklı kimin haksız, kimin medeni, kimin hayvansı, kimin şiddet dolu, kimin terörist olduğunu belirleyen bir kamusal alan inşasının duvarlarına sıkışırsınız ve böylece kimin yası tutulmaya layık olduğuna, kimin de yasını tutmamak gerektiğine de karar verilmiş bir paketi satın alırsınız.
Kazara önünüze Gazzeli kadınların, çocukların ölü bedenleri düşerse onları da işgal karşıtlığı üzerinden değil, kimin onları kurban seçtiğini, neden kurban ettiğini söylemeden “kadınlar ve çocuklar kurban" klişesi içinde görmek istersiniz. Burada kadınlar ve çocuklar için yapay bir endişe üretirken, Gazzeli erkeklerin de makbul ve olağan kurbanlar olarak normalleştirilmesine hizmet edersiniz. Bu anlatılarda hep eksik bir şeyler vardır ve onları da Economist gibi dergiler tamamlar.
"Çocuk ölümlerinin fazlalığını doğurganlığın yüksekliğine" bağlamak... İşte bu ırkçılıktır
Economist dergisi, Gazze’de öldürülen çocuk sayısının fazlalığını büyük bir soğukkanlılıkla doğurganlık oranının yüksekliğine bağladı. Habere göre, eğer Gazzeli kadınlar bu kadar çok doğurmasaydı, bu kadar çok çocuk da ölmeyecekti. Baştan sona ırkçı bir düşmanlık kokan bu argümanı, dünyanın “saygın” ajansları da alıp yaydılar. Her evden İsrail’in aldığı birden fazla can olmasına ise bu anlatıda hiç değinilmiyordu. Gazzeli kadınlar klişeler içinde isimsiz nesneler olarak doğuruyor ve ölüyordu. Bu anlatı elbette hastanede elektirler kesildiği için makineye bağlı hayatlarını sürdüremeyecek bebeklerin başındaki Gazzeli doktor kadınları, savaşın çığlığını arasında yine de soğukkanlılıkla İngilizce yayın yapan Gazzeli kadın gazetecileri, yıkıntıların arasında hiçbir şey olmamış gibi hayata devam etmeye çalışan Gazzeli kadınları görmüyordu.
"Do you condemn Hamas?" Gazze'nin geçmişini unutturmak için bu soruyu soruyorlar...
Bu soru, son bir ayda Gazze’de yaşananları gerçekten anlamaya direnenlerin sembol sorularından birisi oldu. Dünyaca ünlü feminist akademisyen ve yazar Judith Butler, London Review of Books’a yazdığı bir makalede "kınama sevdalılarının" (condemnation lovers) “konuyu anlamaktan uzak, anti-entelektüel ve anda kalmak isteyenler” olduğunu söylüyor. Çünkü Gazze’nin bir geçmişi var ve bu geçmişin oluşturduğu bugün ve gelecek var.
Butler’a göre eğer gerçek bir kınama gerçekleştireceksek şiddetin tarihine de bir göz atmamız gerekiyor ve bu tarihe baktığımızda Gazze’de ve Batı Şeria’da geçtiğimiz yıl içerisinde ve işgal boyunca kaç yetişkinin ve çocuğun öldürüldüğünü bilmemize gerek olmadığını düşünüyorsak, şiddetin tarihini de bilmeye gerek duymuyoruz demektir. Bu bilmeme hali özellikle Batı kamuoyunu İsrail’in argümanlarına sadık kalmaya ve Gazzeliler için sessiz kalmaya götürüyor. Bu da Butler’ın işaret ettiği gibi bazılarının hayatının diğerlerine göre matemini tutmaya daha değer görüldüğü gerçeğini gösteriyor.
Liberal elitlerin bir aydan fazladır dayanışma gösterdiği İsrail’in kayıplarına karşılık Gazzeliler kocaman bir sessizlikle karşı karşıyalar. Tabii yavrusunun kefenine sarılan annelerin, yaralı halde titreyen çocukların, cesetleri parçalanmış Filistinlilerin, ezilmişliğin ve matemin en perişan hali olarak tıklanmaya uygun içerikler şeklinde ancak failden bahsetmeksizin, sadece bu insanların öldüğünü belirterek sunulmasından bahsedebiliyoruz.
Batı'nın Müslüman kadınlara yaklaşımı... Feministlerin gözünde Gazzeli kadınlar neden görünmez?
Beyaz feminizmin “batı dışı toplumları yansıtmadığı”, “feminist dalgalar metaforunun evrensellik iddiasının yanlış olduğu” ve “batı dışı toplumların kadın mücadeleleri batıdaki mücadeleye benzemediği için kadın mücadelesinin dışında sayılmayacağı” argümanları uzun zamandır bilinen ve literatürde yer edinmiş birer gerçeklik.
Fakat ana akım söylemini bu argümanların tam tersi domine ediyor. Filistinli kadınların mücadelesi neden “ağlayan anne” imgesi dışında görünmezdir? Yaşayan, konuşan, tartışan kadınlar neden ana akım medyada yer almaz? Savaşların toksik maskülenliğinden şikayet edip ciltlerce kitaplar yazan feministlerin gözünde bile Gazzeli kadınları görünmez kılan nedir? Neden Filistinli kadınlar kadın mücadelesinin bir parçası olarak görünmüyor? Gazzeli kadınlar için "Black Lives Matter" eylemlerine katılmış siyahi kadınlar, toplumları tarihsel olarak batılılar tarafından silip süpürülmüş Amerikalı yerli kadınlar, hatta ailesi Yahudi soykırımından kurtulmuş ve aile hafızasında soykırımın ne olduğunu bildiği için bu suça ortak olmak istemeyen Yahudiler, yani ana akımın dışında kalan kim varsa ses çıkarırken ana akımda temsil edilmek neden bu kadar zor?
Konuyu kapitalist toplum, sermaye yapısı, tarihsellik, hegemonya gibi birçok açıdan ele alabiliriz. Ben sosyal medyada gördüğü halde Gazzeli kadınlarla empati yapamayan Batılıların “yaşam tarzı saplantısı” üzerinden konuyu ele almak istiyorum. Filistinli kadınlar varoluşları, görünüşleri ve davalarıyla dünyanın geri kalanıyla empati yeteneğini kaybetmiş tüm beyazlar için yabancılaştırılmış objeler. Bütün Müslümanların heykel kıran, kadınların eğitimini engelleyen ve yeri gelince de orantısız şiddete maruz bırakan olarak resmedildiği bir popüler kültürde Gazze’de doktorluk yapan, hayat kurtaran, dünyaya İngilizce kendini anlatan kadınlar dikkat çekmiyorlar. Öncelikle Filistinli kadınlar “fotojenik” değiller. Ama Ahed Tamimi gibi “fotojenik” de olsalar bir şey fark etmiyor; yaşam tarzı zihin dünyasını da kapsayan bir konu.
Ama aynı Batı, ABD'nin maşası PKK / YPG’nin silahlandırdığı kız çocuklarını "direnişçi" olarak gösterir...
Bu durum, Orta Doğu’da doğrudan Amerika’nın maşası gibi hareket eden PKK / YPG’nin Batıların desteğini almak için kadın teröristleri sarı saçlı kızlardan seçmesi örneğinde de görülebilir. Batı'da “direnişçi” olarak epey sükse yapmasına karşın bu idealize ettikleri silahlandırılmış kızların henüz çocuk yaşta olmaları kimsenin dikkatini çekmiyor. Orada bir yerde birileri -müttefikleri de olabilir- çocuk yaşta ölebilir. Bu tarife üstelik Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) doğrudan desteklediği, donattığı, eğittiği bir grup için uygulanıyor. Filistinliler üstüne üstlük Amerika’nın desteklemediği bir davanın içindeler. Yani Filistinli kadınların direnişi, estetiğini pazarlamanın imkansız olduğu bir direniş.
Feministlerin de müslüman kadınları görmediği bir dünya...
Batı medyasının Müslüman kadınları görme biçimlerinin genelde oryantalizmden kurtulamadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu, ne yazık ki kadınların görünme biçimlerine itiraz eden feministlerin de Müslüman kadınları görmediği bir dünya. Medya gerçekleri görmeye karar verdiğinde de onu kendi elindeki araçsallaştırmalarla milliyetçilik, vatanperverlik tartışması içinde gerçekçi olmayan bir düzleme taşıyor. Vatan sevgisi ve müdafaası kadınlar açısından eril bir tahakküm olarak kabul edildiği için işgalcinin realitesi hep araya kaynayıp gidiyor. Bu konuyu aşmak için yazıda bahsettiğim endişelerin dürüstçe ortaya konduğu pek çok akademik çalışmanın ve entelektüel çabanın varlığını da inkar edemeyiz. Ama bugün görüyoruz ki ana akım söylem, gençlerin zihinlerini şekillendiren değer yargılarına, kitleleri yöneten söylemlere, bunca akademik yayına ve bütün entelektüel çabaya rağmen yine de egemenlerin kavramları ile ve ezilenlerin realitelerini anlama ihtiyacı duymadan gelişiyor ve çoğunlukla da işgalcinin amacına hizmet ediyor.
İsrailli Gal Gadot varken, Filistinli kadınlar onlar için anlamsız, umursamıyorlar...
Kendisini özgürlükçü olarak konumlandıran, iktidar, eşitlik, adalet, savaş gibi kavramlara alternatif bakmaya çalışan pek çok Batılı gazetecinin Müslüman kadın temsilinde tamamen sabit fikirli bir Amerikan askeri gibi düşünmesi ne acıklı. Neyse ki Filistinli kadınlar mücadelelerinin herhangi bir dergide Gal Gadot gibi bir “süper kahraman” figürü çıkarıp çıkarmadığını umursamıyorlar. Belki bu yazı bile onlar için anlamsız. Bu haliyle Batılıların hayal dünyasını, zihnini ve modern dünyanın kahraman kadın özneliğini gönüllü olarak Gal Gadot’a bırakmışlar.