Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanı Dr. Necmettin Acar, İsrail'de aşırı sağın yükselişini ve İsrail-Filistin meselesine etkilerini AA Analiz için 3 soruda kaleme aldı.
1 • Aşırı sağın yükselişini destekleyen bölgesel ve küresel koşullar nelerdir?
2022 başlarından itibaren İsrail’de aşırı sağcı eğilimlerin yükselişine yol açan üç önemli küresel ve bölgesel faktör bulunmaktadır. Öncelikle Rusya-Ukrayna savaşıyla küresel ölçekte artan soğuk savaş beklentileri başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batı bloku nezdinde İsrail’in stratejik değerini artırmıştır. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasında uzun yıllardır İsrail’den sonra bölgede Batılı güçlerin en önemli müttefiki olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin Rusya ve Çin karşısında Batılı tezlerin tersi bir politika benimsemiş olmaları ve Türkiye-Batı ilişkilerinde ortaya çıkan sorunlar önemli rol oynamıştır. Özellikle son dönemde petrol politikaları bağlamında ortaya çıkan ABD-Körfez gerilimi; Batı'da, İsrail’in kalıcı diğerlerinin geçici müttefik olduğuna dair algıyı güçlendirmiştir.
İkinci olarak 2020 yılında gerçekleşen Arap dünyası ile İsrail arasındaki normalleşme dalgası olarak da ifade edilen “İbrahim Anlaşmaları” Körfez-İsrail yakınlaşmasını ortaya çıkarmıştır. BAE ve Bahreyn gibi Körfez ülkelerinin açıktan, Suudi Arabistan’ın ise perde gerisinden destek verdiği bu normalleşme süreci Orta Doğu’nun ağırlık merkezinin Şam-Kahire ekseninden Riyad-Dubai eksenine kaydığı Arap Baharı sürecinde İsrail’e büyük bir öz güven kazandırmıştır. Başta Filistin meselesi olmak üzere bölgesel meselelerde Mısır ve Suriye gibi köklü devletlerin dışlanması ve Körfezdeki zayıf rejimlerin ön plana çıkması bölgedeki güç dengesini İsrail lehine Araplar aleyhine çevirmiştir.
Son olarak Suriye ve Lübnan gibi İsrail’in tarihsel olarak güvenlik tehdidi algıladığı iki önemli ülkedeki devlet sistemlerinin zayıflamasını ve bu ülkelerde devlet dışı silahlı aktörlerin nüfuz kazanmasını İsrail, güvenlikçi politikalarına meşruiyet kazandırmak için kullanmıştır. Her iki ülkede zayıflayan devlet sistemlerine paralel olarak İran’ın bölgede genişleyen nüfuzu İsrail’de sertlik yanlısı kanadın ekmeğine yağ sürmüştür.
2 • Aşırı sağın yükselişinin İsrail-Filistin meselesine somut etkileri nelerdir?
İsrail’de yükselen aşırı sağcı eğilimler Filistin meselesinde iki önemli sonuç ortaya çıkarmıştır. İlk olarak artan güvenlikçi söyleme ilaveten halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçundan hüküm giymiş Itamar Ben-Gvir'in güvenlik güçlerinden sorumlu Ulusal Güvenlik Bakanlığına genişletilmiş yetkilerle getirilecek olması Filistin’de zaten yoğun olan insan hakları ihlallerini ve Filistinlilerin yaşam hakkına yönelik saldırıları artırdı. Nitekim son aylarda İsrail güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu yüzlerce Filistinli hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler'in sistematik olarak İsrail askerlerinin öldürdüğü Filistinlilerin istatistiğini tutmaya başladığı son on yedi yıl göz önüne alındığında, 2022'nin Filistinliler için en ölümcül yıl olduğu görülüyor.[1] 2023 yılı başları itibarıyla da İsrail güvenlik kuvvetlerinin Filistinlilerin yaşam haklarına yönelik orantısız saldırıları artarak devam etmiştir.[2] Güvenlik güçlerinin uyguladığı orantısız şiddete ilaveten Yahudi yerleşimcileri Filistinlilere karşı şiddete teşvik eden Ben-Gvir gibi aşırı sağcıların yükselen profili ülkede Filistinlilere karşı bir şiddet sarmalını beslemektedir.[3] Dolayısıyla İsrail’de yükselen aşırı sağ Filistinlilerin yaşam haklarına yönelik ciddi bir tehdit arz etmektedir.
İkinci olarak İsrail siyasetinde yükselen aşırı sağ Mescid-i Aksa’nın statüsünde köklü bir değişim hedeflemektedir. Son dönemde Mescid-i Aksa’ya yönelik artan baskınlar ve mütecaviz eylemler yükselen aşırı sağın ortaya çıkardığı önemli tehditlerdendir. 2000’li yılların başlarında Ariel Şaron’un düzenlediği baskına benzer bir biçimde Ben-Gvir'in Mescid-i Aksa’ya düzenlediği baskın yeni yönetimin Mescid-i Aksa’nın uzun yıllardır korunan statüsünü tanımadığının bir göstergesidir. Nitekim Mescid-i Aksa’ya yönelik artan ihlaller karşısında Harem-i Şerif bölgesinin hamisi olan Ürdün yönetimi büyük bir tedirginlik yaşamakta ve yönetimin yaşadığı bu tedirginlik üst düzey yöneticilerin açıklamalarına da yansımaktadır.[4]
3 • Gelecekte İsrail-Filistin meselesinde olası senaryolar nelerdir?
İsrail siyasetinde aşırı sağın yükselişi hem Filistin meselesinin geleceği hem de Orta Doğu bölgesinin güvenliği açısından önemli riskler barındırmaktadır. Öncelikle Arap Baharı sürecinde İsrail’in etrafındaki Lübnan, Suriye ve Mısır gibi ülkelerin içine düştüğü zayıflık hem bölgede bir güç boşluğu oluşturmuş hem de güç dengesini İsrail lehine değiştirmiştir. Revizyonist eğilimler taşıdığını gizlemeyen aşırı sağcı partilerin iktidarında İsrail, bölgede kendi lehine değişen güç dengesine dayanarak yeni çatışmalar başlatabilir. Komşu ülkelerin topraklarına yönelik saldırı ve işgallere teşebbüs edebileceği gibi Filistin coğrafyasında gerilimi tırmandırarak kırılganlaşan bölgesel siyasette yeni gerilimler üretebilir. Burada en zayıf halka Filistin meselesine son derece duyarlı bir kamuoyuna sahip olan Ürdün ve İsrail’e yönelik devlet dışı silahlı aktörlerin saldırılarına müsait olan Lübnan ve Suriye’dir. Dolayısıyla İsrail’de yükselen aşırı sağcı eğilimler bölgede yeni bir şiddet dalgasını tetikleyebilir.
İkinci olarak İsrail’de yükselen aşırı sağ Filistin’in Yahudileştirilmesi projesini hızlandırarak iki devletli çözümü imkansızlaştırabilir. Burada İsrail’in işgal siyasetini besleyen en önemli husus Filistin meselesinde lider aktörlük statüsünün Mısır ve Suriye gibi nispeten İsrail’i askeri sahada dengeleyecek aktörlerden Suudi Arabistan ve BAE gibi devletlere geçmiş olmasıdır. Yüz yıla yakın bir süredir devam eden Filistin Meselesi göstermiştir ki İsrail, askeri olarak dengelenemediği her durumda işgal siyasetini genişletmiştir. Çözümü askeri kapasiteye dayanan hiçbir bölgesel sorunda başarı şansı olmayan Körfez ülkelerinin Filistin Meselesinde liderliği üstlenmiş olması aşırı sağ yönetimindeki İsrail’in işgal siyasetini destekleyen önemli bir unsurdur.