Medya Midas

İşlevsizleşen ve gerileyen bir Avrupa Birliği... AB'nin geleceği Türkiye'ye mi bağlı?

SİYASET

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Şuay Nilhan Açıkalın, müzakerelerin 17. yılında Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecini ve AB'nin içinde bulunduğu durumu kaleme aldı.

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Şuay Nilhan Açıkalın, müzakerelerin 17. yılında Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecini ve AB'nin içinde bulunduğu durumu AA Analiz için kaleme aldı.

Çekya’nın başkenti Prag'da 6-7 Ekim tarihlerindeki Liderler Zirvesi, Rusya’nın dört bölgeyi ilhakının gölgesinde gerçekleşirken dünya, AB ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi ulusüstü ve uluslararası örgütlerin daha da etkisizleştiğine tanıklık etmeye devam ediyor. Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci ise hiç olmadığı kadar belirsiz bir yolun eşiğinde.

Barış projesinden krizler sarmalına: Avrupa Birliği'nin dünü ve bugünü

Avrupa halkları için "Bütünleşik Avrupa" hayali yüzyıllar öncesine dayanıyor. Elbette bu hayal, bugün gördüğümüz gibi bir anda ortaya çıkmamış, Avrupa’nın neredeyse tümünün yıkıma uğradığı 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşmaya başlamıştır.

Fransa Dışişleri Bakanı Schumann Jean Monnet’in 1945 sonrasında ortaya koyduğu fikir doğrultusunda, Mayıs 1950’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulması önerilmiştir. Bu öneriyle Avrupa’nın yeniden inşasını sağlayacak ham maddelerin, aynı zamanda barışın da harcı olması beklenmiştir. Altı kurucu üye devletin imzasıyla başlayan Avrupa entegrasyonundan yıllar içerisinde değişen birçok isim ve yeni üyeyle beraber 1992 yılında dünyanın tek ulusüstü örgütü olan AB doğmuştur.

AB’nin içinde bulunduğu enerji ve güvenlik krizlerinin yanı sıra "Yeşil Mutabakat ve Dijital Gündem" olarak adlandırılan ikiz dönüşümün içerisinde Türkiye, her anlamda kritik bir ülkedir. Türkiye, bu çerçevede enerjiden gıda güvenliğine, özellikle sürdürülebilirlik ve tedarik zincirlerinin devamlılığında vazgeçilemez bir aktördür.

AB’nin sahip olduğu ulusüstü örgüt sıfatı, belirli konularda üye devletlerine yetki devrinde bulunmasını ifade ediyor. Bu bağlamda Avrupa entegrasyonu, "dört temel özgürlük" olarak adlandırılan, malların, sermayenin, kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımına dayanıyor. Politika alanlarının ve bu alanlardaki entegrasyon mimarisinin çeşitliliği, AB’nin zorlu ve karmaşık karar alma süreçleriyle örüntülenmesi sonucunu doğuruyor.

AB, tarihi boyunca birçok krizle karşı karşıya kalmıştır ki bu krizlerin aşılmasının ve entegrasyonun itici gücünün Almanya ve Fransa ikilisi olduğunu da anımsatmak gerekir. Özellikle, 2010 yılından itibaren avro kriziyle başlayan süreç, AB ve üye ülkelerin adeta on yıldan fazla sürecek krizler döngüsüne sürüklenmesine neden oldu.

Avro krizi Yunanistan başta olmak üzere İtalya ve İspanya gibi ülkeleri ekonomik olarak zayıflatırken kuzey-güney ayrımını da perçinledi. Aynı zamanda bu kriz, Avrupa entegrasyonunun ortak para birimi mimarisinin ne kadar çarpık olduğunu da ortaya çıkardı. Ekonomik krizin kaçınılmaz bir sonucu olarak toplumsal olaylar ve sonrasında üye ülkeler içinde AB karşıtı siyasal hareketler güçlendi.

Çekya’nın başkenti Prag'da 6-7 Ekim tarihlerindeki Liderler Zirvesi, Rusya’nın dört bölgeyi ilhakının gölgesinde gerçekleşirken dünya, AB ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi ulusüstü ve uluslararası örgütlerin daha da etkisizleştiğine tanıklık etmeye devam ediyor. Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci ise hiç olmadığı kadar belirsiz bir yolun eşiğinde.

Mülteci krizi ve Brexit

AB için 2015 ve sonrasının ise adeta yeni bir kabusun habercisi olduğu söylenebilir. AB, avro krizinin etkileriyle boğuşurken eş zamanlı olarak Brexit ve Suriye mülteci krizi, bütünleşmenin 50 yıllık tarihinin en büyük siyasi, sosyal ve insani krizini başlattı.

AB, genişleme ve bütünleşme süreçlerindeki siyasi krizleri iç dinamiklerle çözmeye çalışırken popülizmle güç kazanan AB karşıtı rüzgarla tarihinde ilk kez küçülmeye/ayrılmaya yönelik bir girişimle yüz yüze kaldı. 24 Haziran 2016 tarihindeki referandumla ayrılığa "evet" diyen İngiltere ile müzakereler, Şubat 2020’de resmen tamamlandı.

Brexit, üye ülkeler arasında AB karşıtlığını yeni bir boyuta taşırken Suriye mülteci krizi sadece birkaç hafta gibi kısa bir sürede başta Almanya olmak üzere tüm birlik için uzun vadeli bir sınamaya dönüştü. Göç ve sınır yönetiminin kısmi olarak askıya alındığı bu kriz sonrasında AB üye ülkeleri arasında İslamofobi ve göçmen karşıtlığının yeniden zuhur etmesiyle AB, insani krizde bir kere daha sınıfta kaldı.

Avro krizi Yunanistan başta olmak üzere İtalya ve İspanya gibi ülkeleri ekonomik olarak zayıflatırken kuzey-güney ayrımını da perçinledi. Aynı zamanda bu kriz, Avrupa entegrasyonunun ortak para birimi mimarisinin ne kadar çarpık olduğunu da ortaya çıkardı. Ekonomik krizin kaçınılmaz bir sonucu olarak toplumsal olaylar ve sonrasında üye ülkeler içinde AB karşıtı siyasal hareketler güçlendi.

Ukrayna-Rusya Savaşı gölgesinde etkisizleşen AB ve BM

2022 yılına krizler sarmalının içinde girmiş olan AB, üye ülkeler arası parçalanmışlık fotoğrafına sahip olsa da Ukrayna-Rusya Savaşı'nın başladığı ilk aylarda savaşın Batı blokuna kısa süreli de olsa can suyu olacağı öngörülmüştü. Nitekim AB, savaşın ilk aylarında adeta Rusya karşıtı bir blok oldu ancak savaşın ilerlemesi ve Rusya’ya yönelik ambargolar, Avrupa ülkelerinin enerji bağımlılığını bir kez daha ortaya çıkardı. Bağımlılıkları ile birlikte daha kırılganlaşan AB, adeta etkisizleşti ve refleks veremez hale geldi. AB’nin etkisizleşmesi hem kendi sorunlarına hem bölgesel ve küresel sorunlara da kayıtsız kalmasına neden oldu.

Brüksel’in Rusya’ya enerji bağımlılığına çözüm üretmede yavaş adım atması, üye ülkeleri kendi çözümlerini bulmak zorunda bıraktı. Savaşın bir yansıması olan avronun değer kaybetmesine yönelik ise henüz Avrupa Merkez Bankası, karar alma mekanizmasının zorluğu nedeniyle bir refleks gösteremedi.

Bölgesel ve küresel sorunların çözümünde ise maalesef dünya, uzun yıllardır BM'nin işlevsizliğine şahit oluyor. Özellikle Güvenlik Konseyi’nin etkisizliği ve temsiliyet konusundaki zayıflığı, Ukrayna-Rusya Savaşı'yla daha da somutlaştı. Bu bağlamda, AB, barış masasının kurulması ve tahıl koridorunun oluşturulması ile ilgili herhangi bir çözüm üretmek bir yana dursun, Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın lider diplomasisi ile öncülük ettiği süreçlere de destek veremedi. Kısacası, sekizinci ayına giren savaşın enerji, güvenlik ve göç boyutlarında ortaya çıkan sınamalar, AB’yi adeta felç etti. Tüm bu gerçeklikler bir kez daha ortaya koyuyor ki AB, bir ulusüstü örgüt olarak en az BM kadar bölgesel ve küresel sorunlara çözüm üretmekten uzak görünüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı, 6-7 Ekim tarihlerinde toplanan Liderler Zirvesi’nin bu başlıklar için hangi önemli karara ev sahipliği yapacağı herkes tarafından merakla bekleniyor. AB’nin Türkiye ile ilişkilerini bazı üye ülkelerin manipülasyonuna kurban etmeden, dar ve sığ bir çerçeveye sokmadan, iş birliği ruhu ve stratejik anlayışla sürdürmesi AB'ye de fayda getirecektir.

Müzakerelerin 17. yılı ve Türkiye'nin AB üyelik süreci

Türkiye’nin AB üyeliği macerası, Ankara Anlaşması'ndan bugüne neredeyse 60 yıllık bir süreci ifade ediyor. Uzun soluklu bu yolculuğun en önemli köşe taşlarından birisi ise müzakerelerin başlamasıdır. Müzakerelerin başlamasının üstünden 17 yıl geçmesine rağmen bugün itibarıyla 16 başlık açıldı ve sadece bir başlık tam olarak kapatıldı. 11 başlık ise Rum kesimi ve Fransa tarafından bloke edildi.

Teknik boyutun ötesinde, AB’nin Türkiye’ye yönelik çifte standardı ve stratejik körlüğü, Türkiye-AB ilişkilerini üyelik bağlamında ise neredeyse dondurulmuş bir noktaya getirdi. Son 20 yıl içerisinde Türkiye, çok boyutlu dış politikası ile bölgesel ve küresel sorunların çözümünde kilit rol oynamaya başladı. Buna karşılık Yunanistan, Fransa ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olmak üzere Avrupa Birliği, Türkiye ile jeopolitik çekişmelerin içine giriyor. Bunun yanı sıra AB üyesi ülkelerin PKK ve FETÖ terör örgütlerinin üyelerine kucak açmaları ve ikircikli tutumları Türkiye’yi, AB ile müzakere süreçlerinden de uzaklaştırdı.

Brexit, üye ülkeler arasında AB karşıtlığını yeni bir boyuta taşırken Suriye mülteci krizi sadece birkaç hafta gibi kısa bir sürede başta Almanya olmak üzere tüm birlik için uzun vadeli bir sınamaya dönüştü. Göç ve sınır yönetiminin kısmi olarak askıya alındığı bu kriz sonrasında AB üye ülkeleri arasında İslamofobi ve göçmen karşıtlığının yeniden zuhur etmesiyle AB, insani krizde bir kere daha sınıfta kaldı.

AB'nin geleceğinde kilit ülke Türkiye

Bugün bakıldığında AB’nin içinde bulunduğu enerji ve güvenlik krizlerinin yanı sıra "Yeşil Mutabakat ve Dijital Gündem" olarak adlandırılan ikiz dönüşümün içerisinde Türkiye, her anlamda kritik bir ülkedir. Türkiye, bu çerçevede enerjiden gıda güvenliğine, özellikle sürdürülebilirlik ve tedarik zincirlerinin devamlılığında vazgeçilemez bir aktördür. Özellikle bu noktada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan’ın çevre ve gıda konularında şahsen öncülük ettiğini vurgulamak gerekir. Türkiye, aynı zamanda bu süreci yenilikçi politikalar ve yüksek nitelikli insan kaynağının ortaya koyduğu bilimsel çalışmalarla da destekliyor.

Ancak AB’nin bugünkü fotoğrafı, Türkiye’ye ilişkin stratejik bir yaklaşımı benimsemekten maalesef uzak olduğunu ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı, 6-7 Ekim tarihlerinde toplanan Liderler Zirvesi’nin bu başlıklar için hangi önemli karara ev sahipliği yapacağı herkes tarafından merakla bekleniyor. AB’nin Türkiye ile ilişkilerini bazı üye ülkelerin manipülasyonuna kurban etmeden, dar ve sığ bir çerçeveye sokmadan, iş birliği ruhu ve stratejik anlayışla sürdürmesi AB'ye de fayda getirecektir.

Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.