Oray Eğin, Habertürk'te Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ve Eskişehir ile ilgili çok konuşulan ve tartışılan "Eskişehir ne kadar mucize" başlıklı bir yazı yazdı... İşte o yazı...
"Havana’nın eski Amerikan otomobili taksileri, Malta’nın turuncu otobüsleri, Paris’in üzerine iki kişilik yemeğin sığmadığı yuvarlak kafe masaları ve plastikten örgü iskemleleri, İstanbul’un vapurları, Londra’nın telefon kulübeleri (ve tabii ki çift katlı otobüsleri, siyah taksileri), Tokyo’nun beyaz eldivenli taksi şoförleri… Listeyi uzatayım mı? New York’un sarı taksileri diyeceğim ama giderek yok oluyorlar ve yerlerini sıçanlar alıyor. Ulaşım bakımından değil tabii, kentin simgesi olarak.
Karakter sahibi her şehirle özdeş bazı ikonlar vardır, sadece onlara bakarak hangi şehre ait olduklarını anlarız. Gitmesek de, görmesek de biliriz. Gondol da Venedik’in simgesi. Özel olarak bu kentin coğrafyasına uygun olduğu için icat edildi, yüzyıllardır buralarda kullanılan bir ulaşım aracı.
Amerika’da Rhode Island ve Boston’daki nehirlerde de gondol gezer, ama bu şehirlerin hiçbirinin dünya üzerinde kendi simgesini yaratacak kadar tarihi ya da önemi yoktur. Dahası, Venedik’te zorunluluktan kullanılarak kentin simgesine dönüşen gondol buralarda sadece turistik bir özentiden ibarettir. Tıpkı kurulma nedeni taklit ve yapaylık olan Las Vegas’taki Venetian Oteli’nin yapay kanallarında gezinen gondollar gibi.
Bir de Porsuk’ta gondollar süzülüyor. “Hoca” lakabıyla anılan ve 86 yaşında yeniden belediye başkanlığına aday gösterilmediğinden içindeki huysuz ihtiyarı kontrol edemeyen Yılmaz Büyükerşen’in şehri Eskişehir’de.
BALMUMU VİZYONU
“Hoca”nın hayranları ve aklın almadığı biçimde hala aday olması gerektiğini savunanlar—yaşı 86 tekrar edeyim—Anadolu’da yarattığı Eskişehir mucizesini anlatırken gondollara değiniyorlar. Önceki gün Ertuğrul Özkök de “Hoca”nın bozkırda nasıl bir “Orta Çağ Avrupa şehri” yarattığını övgüyle aktarıyordu.
Büyükerşen hemen hemen Türklerin Anadolu’ya girdiği 1071’den beri Eskişehir’i yönetiyor, mirası olarak bir başka şehre ait bir ikonla anılması trajikomik değil mi? Bir de kendi elleriyle bizzat üzerinde oynadığı balmumu heykel müzesi var ama nedense pek kimse bunu saymıyor. Gondol nasıl Venedik’ten özentiyse, Büyükerşen’in kendi adını verdiği “müze” de İngiltere merkezli Madame Tussauds’dan kopya. Müze lafın gelişi tabii ki, ne “Hoca”nınki ne de Tussauds bir müze; bir eğlence yeri sadece. Orijinalinden farkı hemen hiçbir heykelin aslına benzememesi—lütfen Emin Çölaşan ve Ali Sirmen’in heykelinin yan yana fotoğrafına bakın.
Ankara’nın atıl dinozorlarıyla dalga geçilirken Eskişehir’deki balmumu heykellerinin hiç hatırlanmaması bir tür iki yüzlülük değil mi?
Yılmaz Büyükerşen’in mirasını sadece bir müzeye ve gondollara indirgeyerek küçümseme niyetinde değilim. Ama balmumu heykeli müzesi açma fikriyle dalga geçmektense bunu hayata geçirmesi vizyonunun sınırları hakkında yeteri kadar fikir veriyor. Daha doğrusu, vizyonunun sınırlı olduğunu gösteriyor.
Eskişehir’e gittim, nehir kenarındaki Hayal Kahvesi’nde rock yıldızı arkadaşlarımla sabaha karşı trene yetişmem gerektiği için bölünen muazzam bir gece geçirdim ve aklımda kaldı.
O seyahatten daha çok Eskişehir’in İstanbul’a dönüşümü hatırlıyorum: Asıl mucizeyi TCDD’nin yataklı kabininde bembeyaz, mis gibi kokan çarşaflarda camdan yıldızları izlerken yaşadım. Büyüleyerek sızdım ve İstanbul sınırlarında sabaha karşı uyandığımda bu yolculuk hiç bitmesin istedim. Demiryollarının türlü engellemeye, demir ağların dört bir yana örülmesinin otomobil satmak isteyenler için durdurulmasına rağmen nasıl kendi kendine bir Cumhuriyet mucizesi olduğunu gördüm. Ama Eskişehir’in onda biri kadar konuşulmaz TCDD, kazalarla gündeme gelir.
TAŞINMAK İSTER MİSİNİZ
Eskişehir, iyi hoş, ama abartıldığı gibi bir mucize değil. Nehrin temizlenmesi, gençlerin yaşayabileceği, kızların ve erkeklerin birlikte kendilerine güvenli bir alan bulabildiği bir şehir yaratmak elbette çok önemli. İktidarın dünyaya açılan bülteni Daily Sabah’ta bile Eskişehir’in nasıl cazip bir seyahat noktası olduğuna dair bir foto-galeriye denk geldim. Demek ki her kesim için Eskişehir’in aydınlığı, hele hele Anadolu giderek daha fazla kararırken takdir ediliyor.
Medeni ve ilerici bir kent yönetiminin asgari yapması gereken bu olmalı zaten. Türkiye’de daha çok şehir facialarına ve yerel yönetimlerin var olanı bile nasıl berbat ettiğine—Çamlıhemşin bir yaradır içimde—tanık olduğumuz için olması gerekeni yapmak Türkiye’de “mucize” diye anılıyor olsa gerek.
Eskişehir’de şehrin daha çok dekoru andıran temizlenmiş sınırlı bölgelerinin, birkaç binanın ötesinde bir Orta Çağ Avrupa şehri göremedim. Dünyadaki muadillerinin altında ortalama bir üniversite şehrindeki yan yana barlar da bana Türk şehirciliğinin geleceğine dair müthiş bir pencere açmadı.
Yılmaz Büyükerşen hakkında üretilen abartılı mitolojinin altının doldurulabilmesi için Eskişehir’in bir çekim ve cazibe merkezine çoktan dönüşmüş olması gerekirdi. Dünyada bunun örnekleri var: Teksas’ın Austin şehri mesela. Büyük şehirlere alternatif, büyük şehirlerin sunduğunu sunan, yaşam şartlarının daha kaliteli ama maliyetin daha düşük olduğu, muazzam bir üniversitenin etrafında gelişen ama sadece üniversiteden ibaret olmayan haritada yeni bir nokta.
Hanginiz üç büyükleri bırakıp Eskişehir’e taşınmak istersiniz? Son yıllarda, teknolojinin gelişmesi, evden çalışmanın yaygınlaşması, büyük kentlerde yaşam şartlarının giderek daha masraflı olmasıyla pek çoğumuzu çekebilirdi Eskişehir. Benzer şekilde hiç kimsenin de hayali Eskişehir’de okumak değildir; yurtdışına gidemeyenler için içleri boşaltılmasına rağmen hala yine üç büyükler—ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ—gerçek hedeftir. Anadolu Üniversitesi hiçbir zaman ilk 10’a giremedi, çok sonradan kurulan Bilkent ya da Sabancı’nın gerisinde hala.
2021 yılında 898 bin 369 kişi olan Eskişehir’in nüfusu bir yılda 14 bin 248 arttı. Eskişehir, depremin yaşandığı ve ekonomik krizin derinleştiği son bir senede ise Türkiye’nin en fazla göç alan ili oldu. Ama çoğunlukla İç Anadolu’dan geldiler. Büyük şehirlerde yaşayanların hayali kapağı Edirne’nin ötesine atmak.
BİR TÜR PUTPERESTLİK
Büyükerşen’in yapabildiği buraya kadardı. Ondan hemen herkesin saygı içeren “Hoca” diye bahsetmesi nesnel değerlendirilmesini daha baştan engelliyor. Türkiye’de muhalif kesim karşı tarafın lider kült’üne oy verdiğinden yakınıyor ama kendilerinin de putperest eğilimleri olabildiğini fark etmiyor. Bu putlar zaman zaman kendiliğinden yıkılıyor, bazen tarihin işini yapması gerekiyor, bazen kendi kendilerini yok ediyorlar. Putlar olduğu sürece geçmişi aşmak, ileriye bakmak, eskinin iyi taraflarını koruyarak gelişmek mümkün değil.
Sahiden Abdi İpekçi’den daha iyi bir gazete yapılamaz mı? Daha ne kadar İsa’nın yeryüzüne geri dönüşü gibi “mavi gözlü kurtarıcı”nın gelmesi için gün sayacağız? Geçmişin hayaleti sonraki kuşaklara yol göstermektense hizaya getirmeye, belli sınırlar ve ezberler içinde kalmaya mahkum ettikçe bu gibi soruların yanıtlarını bilemeyeceğiz.
Ne yazık ki Türkiye’deki hemen her alanda olduğu gibi şehircilikte de sorgusuz sualsiz bir dogma, çoğunluk baskısının yarattığı tapınma ilerlemeye engel. “Hoca” yaştan değil, o balmumu heykellerine kafa yormaya başladığı anda, bu düşünce ilk belirdiğinde emekli olmalıydı. Sebebi daha önce de tekrarladığım soruda gizli: Eskişehir’e taşınmak ister misiniz? İsteseniz taşınırdınız."
Oray Eğin'in yazısına bu linke tıklayarak da ulaşabilirsiniz.
Musa 12 Ay Önce
Adayına bakilırsa elini eteğini çekmeye niyetide pek yok