11.09.2022, 20:49

Bir yalan söyle ve...

Sedef Kabaş, kendisini dinleyen gruba verdiği derste, "Kitleleri etkilemek istiyorsanız, ortaya kocaman bir yalan atın. 
Ama çok büyük bir yalan olsun. 
İkinci kriter çok basit bir yalan olsun. 
Sonrasında da bu basit ve çok büyük yalanı sürekli tekrar et. 
Ve ardından kitlelerin o yalanı gerçekmiş gibi nasıl kucakladığını otur seyret" ifadelerini kullanmıştı.

Ancak bunun eksik bir ayağı var…
Bu taktik; ancak işine gelen her türlü yalanı kabullenmeye ve içselleştirmeye hazır olan bir kitle için geçerlidir…
Bu taktik aslında Nazi Almanya'sının Propaganda Bakanı Paul Joseph Goebbels’in sistematize ettiği propaganda taktiklerindendir.
Ancak Nazi Almanya’sı kitlesel bir hezeyan halinde idi ve onların bu yalanlar ile, propaganda ile beslenmeye ihtiyacı vardı…
Nazi ordusu Afrika’da, Rusya ‘da hezimeti yaşarken Almanlar an itibari ile dünyayı ele geçirdikleri düşüncesi içinde idiler…
Bu yalanlara hazır çokça topluluk vardır…
Üstüne üstlük sık tekrar edilen ve kitlenin çoktan inanmaya hazır olduğu yalanlara bir müddet sonra yalanın kaynağı olan kişi ya da kişiler de gönülden inanmaya başlarlar…
Askerliğin en meşhur yalanı erken terhistir…
Yukardaki bölük kantininde bu yalanı öylesine atan er kendi bölük kantinine kendisinden önce ulaşıp konuşulmaya başlandığını görünce kendisi de inanır bu yalana…
Homojen lokal ortamlarda yaşayan insanların ,herkesin kendisi gibi düşündüğünü zannetmesi de ayrı bir zavallılıktır…
Millet aç, aç…
Son yılların en meşhur propaganda yalanı…
Ancak bu yalan yalnız tuzukurular tarafından dile getirildiği için büyük yalandır…
Çünkü hiçbirinin hayatı boyunca karşılaştığı gerçek aç kimse yoktur ve olmamıştır…
Doğrusu şudur ki; ekonomik anlamda zorluk çeken bir kesim gerçekten vardır…
2000 lira ve altında borcu olan ve ödeyemeyip icraya düşen on milyon dosya bu gerçeği önümüze koyar…
Ancak bu kitle bilir ve hisseder ki…
Onların mağduriyetinin ana sebebi…
Millet aç, aç diye kuş sütü içinde olan sofralardan mütemadiyen çemkirenlerin bitmek bilmez ihtirasları, doymak bilmeyen egoları ve aç gözlülükleridir…
O yüzden hiç yüz ve değer vermez…
Bol gönüllüdür de…
Sosyal hayatta , özellikle iş hayatında bunlarla birliktedir ama hiç polemiğe girmez, “ he” der geçer…
Herkesin kendileri ile aynı görüşte olduğuna iyice ikna olan bu ikna olmaya zaten hazır kitle; yaygın medya, sosyal medya, kendi homojen sosyal ortamları, kendi STK ları tarafından haberler ile, kamuoyu araştırmaları(!) ile sürekli beslenirler…
Artık bir özgüven patlaması derecesine gelirler, getirilirler…
Seçimlerden sonra ise…
Büyük, çok büyük hayal kırıklıkları yaşarlar…
İlk geyikleri kendilerini sorgulamak olur…
Madem her iki kişiden bir oy verdi, kim bunlar?..
Hanginiz verdiniz?..
Bir müddet sonra aralarından fire olmadığına emin olunca oy veren diğer dört kişinin kendi homojen kitlelerinden olmadığına aymaya başlarlar…
Sonra …
Onlara çemkirmeye başlarlar…
Bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam, cahil, bik bik bik…
Bunun oyu ile benim oyum bir mi?…
Gerçekten sandıktan çıkabilmelerinin tek yolunun kendilerince o aşağıladıkları, ötekileştirdikleri insanlara samimiyetlerini ve iyi niyetlerini ikna etmek, değer vermek olduklarını hiç bir zaman düşünmezler…
Ve bu senaryo mütemadiyen tekrar eder gider…
Bir kere hata yapmak insana haktır…
Aynı hatayı ikinci defa yapmak eşekliktir…
Üçüncü defası haydi şeddeli eşşşekliktir…
Ama …
Sürekli aynı kafa, aynı hata…
Ben isim bulamadım buna…
Ona da siz zahmet buyurun…

Yorumlar (0)

Gelişmelerden Haberdar Olun

@