Demokles'in kılıcı muhalif seçmen
Siyasi bir görüşüm yok, oncu ya da buncu değilim.
Desteklediğim politikalar vardır ve ehvenişerden yanayım.
Ehvenişer olarak muhalefeti bir türlü göremiyorum.
Evet, Türkiye’deki tercih ve seçimlerin muhafazakârlığını kırmak çok zor biliyorum.
Tercihlerimizi, kökü derinlerde olan bazı boş kavramlarla bağdaştırdığımız için değiştirmekte güçlük çekiyoruz.
Böyle bir ortamda doğal olarak her kavram da istismar edilebilir bir boyuta ulaşıyor.
Demokrasinin olağan akışında vatandaşlar siyasete yön verir, siyasetçiyi şekillendirir.
Türkiye’de ise siyasetçilerin vatandaşı dizayn ettiği bir gerçek var.
Fatih Portakal’ın, “Kemal Kılıçdaroğlu aday olmazsa oy vermem diyenler var. Vereceksin kardeşim” ifadesi işte bizim demokrasimizin bir gerçeği.
Gördüğüm ve analiz edebildiğim kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu adaylığı en istenmeyen kişi.
Ama zorundasın muhalif seçmen, oy vermeye zorundasın muhalefete.
Sandığa giderek, sandığa katılımı artırarak ve tercih yaparak demokrasinin gereğini sağlamalısın. Ve birine oy vermek zorundasın.
İktidar ittifakında ve seçmeninin genel kanısında istenen siyasetçi, aday Recep Tayyip Erdoğan.
Muhalefette ise seçmenin fikri, isteği var ama günün sonunda aristokratik karara oy vermek zorunda.
Demokrasinin temeli seçime, sandığa yüksek katılım mıdır yoksa muhalefetin gerek niteliği gerek nicelik vasıflarının yüksek olması mıdır?
Sırf Atatürk için CHP’ye oy verme ihtiyacı, borcu olan muhalif seçmeni de anlıyorum.
Aristokratik muhalefet kendisine oy veren seçmenin bu borç hissiyatının o kadar farkında ki…
Demokles’in Kılıcı’nı hiçbir zaman hissetmiyor. Hissetmediği için de Fatih Portakal’ın dediği gibi, “Vereceksin kardeşim” diyor.
Yer yer adaletin yer yer de demokrasinin olmadığını savunan ve inanan muhalif seçmen, destek vermek istediği muhalefetin adaletsizliğine kurban gidiyor.
***
İstanbul’u sevmemek suç mu?
Geçenlerde bir iş için İstanbul’a gitmek zorunda kaldım. Yaklaşık 6 gün kaldım.
6 günümün neredeyse yüzde 30’unu yollar çaldı.
“İstanbul’u bir türlü sevmeyi beceremedim, sanırım beceremeyeceğim” diye bir paylaşımda bulundum sosyal medyada.
Yemediğim laf kalmadı. Evliyalar şehri İstanbul’u nasıl olur da sevmezmişim, böylesine tarihi olan bir şehri nasıl sevmezmişim…
Hiçbir şekilde satın alamayacağım veya geri elde edemeyeceğim zamanımın büyük bir çoğunluğunu işgal eden İstanbul’u sevmemek suç mu?
İnsanlarla konuşuyorum, “Ne iş yapıyorsun” diyorum. “Falanca iş” diyor.
Ne kazanıyorsun diyorum, “12 bin lira” diyor.
“İşe gitmek için toplam ne kadar süre yolda vakit harcıyorsun” diyorum.
“3-4 saat” diyor.
Düşünün, bir ayda toplam ne kadar sürelik bir vakit yollarda bomboş heba oluyor.
Zaman dostlar, zaman…
Anlıyorum, İstanbul fırsatlar ve bir anda statünün sıçraması umudunu vadeden bir “dünya”.
Unutmayın, umutların da bir realitesi vardır.
Kim bilir…
Belki de Eskişehir’de doğduğum ve büyüdüğüm içindir tüm bu düşüncelerim.