İran'da neler oluyor? Protestolarda terör örgütlerinin etkisi ne? Dr. Hakkı Uygur ve Çağatay Balcı'dan analizler...
Mahsa Emini'nin ölümü sonrası İran'da başlayan ve ülkeye yayılan protestolara dair değerlendirmelerde bulunan Dr. Hakkı Uygur ve Çağatay Balcı'dan konuya ilişkin analizler... İran'da neler oluyor? Olaylar nereye doğru evrilir? Protestolarda terör örgütlerinin etkisi ne? İşte tüm detaylar...
İran Araştırmaları Merkezi Başkanı Dr. Hakkı Uygur, Mahsa Emini'nin ölümü sonrası İran'da başlayan ve ülkeye yayılan protestolara dair değerlendirmeyi AA Analiz için kaleme aldı.
İran'da 13 Eylül'de gözaltına alınan ve 16 Eylül'de hayatını kaybettiği açıklanan 22 yaşındaki Mahsa Emini’nin ölümü, ülke çapında geniş protesto gösterilerine neden oldu. Protestocular genç kızın gözaltında kötü muamele görmesinden dolayı hayatını kaybettiğini ileri sürerken, polis ve diğer yetkililer olayın araştırıldığını ancak gözaltı merkezinde herhangi kötü muamelenin yaşanmadığını belirtti ve iddialarını desteklemek amacıyla genç kızın hayatını kaybettiği anların görüntülerini yayımladı. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bizzat Mahsa Emini'nin ailesini arayarak başsağlığı diledi ve yine Devrim Lideri Ali Hamaney'in Kürdistan Vilayeti temsilcisi, acılı aileye başsağlığı ziyaretinde bulundu. Bununla birlikte gerek aileye yakın kaynaklar gerekse de protestocular, genç kızın polis aracında başına defalarca darbe aldığı konusundaki ısrarlarını sürdürüyor ve protestolar yaklaşık 10 gündür farklı şehirlerde devam ediyor.
Devrimin başında 35 milyonluk, kırsal nüfusun ağır bastığı ve eğitim seviyesinin oldukça düşük olduğu İran ile bugün nüfusun 4'te 3'ünün şehirlerde yaşadığı İran arasında devasa farklar bulunuyor.
Zorunlu hicap nereden çıktı?
1979 devrimine ait görüntülerde, başı açık ve örtülü kadınların birlikte mücadele verdikleri ve devrimin ilk aylarında, gazete manşetlerinde üst düzey yetkililerin "Zorunlu başörtüsü olmayacak." şeklinde sözler verdikleri görülebilir. Ancak 1980 Eylül'ünde başlayan Irak savaşıyla ülkede keskin bir sıkıyönetim ve müteakiben siyasi daralma meydana geldi ki başlangıçta geçici olduğu düşünülen bu tedbirlerin bazılarının etkilerini bugün bile gözlemlemek mümkün. Özellikle, uzayan savaşta verilen kayıpların artması, birçoğu taşradan ve muhafazakar ailelerden gelen gönüllü savaşçıların Tahran'a geldiklerinde gördükleri manzaralar üzerine sokaklarda kavgalara girişmeleri ve yetkililere "Biz bunun için mi şehit oluyoruz?" minvalindeki şikayetleri bir süre sonra etkili olmuştu. Bunun sonucunda dönemin Devrim Lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni, devlet dairelerinde çalışan kadınlar için tesettür zorunluluğu içeren fetvasını yayımlamıştı.
İran toplumu, tarihsel ve kültürel nedenlerin de etkisiyle oldukça protest bir topluluk ve deyim yerindeyse devlet ile halk arasındaki makas sürekli açık.
Devrimin başındaki 35 milyonluk, kırsal nüfusun ağır bastığı ve eğitim seviyesinin oldukça düşük olduğu İran ile bugün 85 milyona varan, okuma yazma ve yükseköğretim oranları gelişmiş ülkeler seviyesine çıkan ve nüfusun 4'te 3'ünün şehirlerde yaşadığı İran arasında toplumsal ve kültürel değerler açısından devasa farklar bulunuyor. Bunların başında hiç şüphesiz kadının rolü ve konumu geliyor.
İran toplumunun geneline hatta yönetici elitlerin yakın çevresine bakıldığında bu durum kolaylıkla anlaşılabiliyor. Nitekim protestocuların da sosyal medya üzerinden sürekli vurguladığı gibi, üst düzey yöneticilerin çocukları ya da torunları yurt dışından çok farklı görüntüler verirken "Başörtüsü yeterince uygun değil." diye polis tarafından gözaltına alınan genç kızın karakolda hayatını kaybetmesi büyük infiale yol açtı. Bazı milletvekillerinin ve eski üst düzey yöneticilerin kamuoyuna yansıyan açıklamaları da söz konusu tepkinin geniş kesimlerce paylaşıldığının bir göstergesi. Yine yönetime yakınlığıyla bilinen ünlü sporcular, oyuncular ve sunuculardan gelen sert çıkışlar da genellikle bu tür olaylarda "Ne şiş yansın ne kebap." tavrı içinde ihtiyatlı davranan bu kesimler açısından, ilginçti. Gelinen noktada "iyilik" ve "kötülük" gibi insanların ve toplumların hayatında oldukça önemli bir rol oynayan kavramların, büyük ölçekli yolsuzluklardan, kötü çevre yönetiminin yol açtığı felaketlerden ya da siyasi-kültürel özgürlüklerin gasbedilmesinden tutulup başörtüsünün şekline veya kadınların futbol maçlarına gidip gidememesine kadar indirgenmesi de siyasallaşan ahlaki değerlerin içinin nasıl boşaltıldığına dair önemli bir gösterge.
Her ne kadar bu gösteriler İran'ın tamamına yayılmış durumdaysa da yakın geçmişte yaşanan benzer tecrübeler bize Tahran yönetiminin bu ayaklanma girişimlerini zorlanmadan bastırabileceğini gösteriyor.
İran toplumu tarihsel ve kültürel nedenlerin de etkisiyle oldukça protest bir topluluk ve deyim yerindeyse devlet ile halk arasındaki makas sürekli açık. Bu, yalnızca merkez ve çevre arasındaki etnik, mezhebi gruplar arasında değil merkeze ait güçler arasında da geçerli. Devrim ve sonrası sürece bakıldığında toplumsal fay hatlarının halen hareketli olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Daha önceden 10 senede bir görülen toplumsal protestoların sıklaştığı ve 3-4 yılda bir gerçekleştiği görülüyor. Bunun en önemli nedeni toplumsal taleplerin dile getirilebileceği "meşru" başka kanalların yetersizliğidir.
Son örnekten yola çıkacak olursak, siyasi partilerin bulunmadığı ülkede herhangi bir siyasi oluşumun "Biz iktidara gelirsek başörtüsü serbest olacak ve yalnızca dileyenler takabilecek." gibi bir söylem ya da vaatte bulunması mümkün değil. Bu durum, benzer birçok toplumsal, ekonomik ve siyasi talebin ötelenmesine, keskinleşmesine ve bir süre sonra farklı gerekçelerle patlama noktasına gelmesine neden oluyor. Son dönemde uygulanan "seçim mühendisliği" sonucunda düşük katılımla da olsa İbrahim Reisi’nin Cumhurbaşkanlığına getirilmesi süreci de devrim başından beri gözetilmeye çalışılan atanmış ile seçilmiş güçler arasındaki dengenin atanmışlar lehine daha da bozulmasına neden oldu. Ayrıca geniş kesimlerin meşru siyaset platformlarından beklentilerini iyice azalttı.
Olaylar nereye evrilir?
Hayatını kaybeden genç kızın Kürdistan bölgesinden Tahran'a gezi amaçlı gelmiş olması, gösterilerin öncelikle Kürtlerin yoğun yaşadıkları vilayetlerde ortaya çıkmasına neden oldu. Konu hızla diğer ülkelerdeki siyasi Kürt grupların da gündemine geldi, örneğin Mesut Barzani genç kızın ailesini arayarak başsağlığı mesajını iletti. Bununla birlikte gösteriler kısa sürede bütün ülkeye yayıldı. Tahran'daki üniversitelere, İran’ın dini başkenti kabul edilen Kum ya da Basra Körfezi'nde İran'ın Dubai'si olarak bilinen Kiş Adası gibi farklı bölgelere sıçradı. İran'ın farklı şehirlerinde yaşayan Türkler de olaya kayıtsız kalmadı. Normalde bazı tarihsel kültürel nedenlerden ötürü ülkedeki Kürtlerle aralarında soğukluk bulunan Türk grupları da başta Tebriz, Erdebil, Zencan, Kazvin ve Hemedan olmak üzere çeşitli kentlerde gösterilere katıldı.
Bu noktada özellikle bu tür toplumsal protestoların mahiyetleri gereği çıkış noktasından hızla uzaklaştığını ve farklı noktalara evrildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Örneğin, ayrılıkçı örgütlerin öne çıktığı Kürdistan vilayetindeki gösterilerde "Biji Kürdistan" sloganı atılırken, Tebriz'deki gösterilerde "Azadlık, adalet, milli hükümet" gibi Türkçe ve yakın tarihe atıfta bulunan sloganlara rastlamak mümkün. Şüphesiz bu durum başta Monarşi yanlıları ve Halkın Mücahitleri Örgütü olmak üzere diğer profesyonel muhalif gruplar için de geçerlidir.
Olayların 11. günü itibarıyla, her ne kadar bu gösteriler İran'ın tamamına, farklı etnik ve dini gruplara yayılmış durumdaysa da yakın geçmişte yaşanan benzer tecrübeler bize Tahran yönetiminin bu ayaklanma girişimlerini zorlanmadan bastırabileceğini gösteriyor. Nitekim şu ana kadar can kayıplarının 2018 gösterilerine göre çok daha düşük seviyede olması da rejimin kendisini tehdit altında hissetmediğinin bir göstergesi.
Burada önemli bir belirleyici faktör de uluslararası güçlerin ve sistem içi küskünlerin gelişmelere vereceği tepkidir. Uluslararası güçlerin verdiği sembolik tepkilere bakıldığında Batı cephesinin gösterilerden bir beklentisinin olmadığı ve İran ile imza arifesindeki nükleer anlaşmaya odaklandıkları anlaşılıyor. Diğer yandan 30 yılı aşkın süredir ülkeyi yöneten Ali Hamaney’in hastalığı ve ameliyatı esnasında toplanan, aynı zamanda sonraki lideri seçmekle görevli Hubregan Meclisinin ciddi sayıda eksiklerle toplanması, Hamaney'in hastalığı sonrasında açıkladığı Danışma Meclisi konumundaki Mecme-i Teşhis'te eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'ye yer vermemesi, göstericilerin Hamaney'in oğlu Mücteba Hamaney aleyhindeki sloganlarıyla birleştirildiğinde Hamaney sonrası senaryoların ve gelecek projeksiyonların önemi ortaya çıkıyor. Devrim Muhafızları Komutanlarının "8 yıllık Irak savaşından daha zor geçti." dedikleri 2009'daki milyonluk gösterilerin temelde devlet içi bir hesaplaşma olduğu düşünüldüğünde önümüzdeki on yıllar boyunca sistemden tasfiye olma endişesi taşıyan ılmlı-reformcu kesimlerin özellikle de Hasan Ruhani, Ali Laricani, Hasan Humeyni gibi etkili isimlerin takınacağı tavır, gösterilerin de İran'ın da geleceği açısından oldukça belirleyici olabilir.
Milli Savunma Üniversitesi Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Programı’nda doktor adayı olan Çağatay Balcı ise İran'da süren protestoların terör örgütleri tarafından nasıl yönlendirildiğini AA Analiz için kaleme aldı.
İran’da Mahsa Emini’nin gözaltında hayatını kaybetmesinin ardından başlayan protesto gösterileri kısa zaman içinde kitleselleşerek geniş çaplı bir halk hareketine dönüştü. İran’ın pek çok farklı şehrine ve bölgesine yayılan söz konusu halk hareketi, İran toplumunda son yıllarda daha fazla gelişen kitlesel protesto eğiliminin güncel örneği oldu. Protestoların ülke çapına yayılması aynı zamanda söz konusu olayın etno-politik temellerinin geri planda kalmasına da yol açtı. Fakat, gösterilerin, İran’da Kürt nüfusun yaşadığı bölge ve şehirlerde yoğunlaşması; özellikle şiddet hareketlerinin söz konusu bölgelerde daha sık biçimde kendisini göstermesi, gösterilerin etno-politik boyutunun yadsınamayacağını ortaya koyuyor. Bu bağlamda, İran’da faaliyet gösteren terör örgütleri ve Mahsa Emini protestoları arasındaki ilişki, etkileşim ve rekabet boyutlarında ele alındığında önemli çıkarım ve projeksiyonlara ulaşmak mümkün.
İran’ın Kürt bölgelerinde gelişen sosyo-politik hareketin yarattığı zemin ve “ayrımcılık ve etnik kimliğe saldırı” algısı temelinde ortaya çıkan "öncüsüz" halk hareketi, terör örgütleri açısından avantajlı bir zemin olarak değerlendiriliyor.
Terör örgütlerinin İran'daki protestolara dahli
İran’da gelişen halk hareketinin etno-politik temelini oluşturan ana unsurların başında Mahsa Emini’nin, İran’ın Kürdistan ilinde yer alan Sakkız şehri doğumlu bir Kürt kadını olması geliyor. Bu durum halihazırda ekonomik zorluklar, yoksulluk ve ayrımcılık algıları dolayısıyla dinamik bir politizasyon potansiyeli taşıyan İran’daki Kürt halkının, Mahsa Emini’nin ölümü ile söz konusu sorunları ilişkilendirmesine yol açan bir çerçeve yarattı. Bu bağlamda Mahsa Emini’nin hayatını kaybetmesi İran’da “Kürtlere yönelik baskı ve şiddet” algısını pekiştirdi; böylelikle İran’da Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölge ve şehirler protesto hareketlerinin merkezleri haline gelmeye başladı. Bu süreç, protesto hareketleri ve İran’daki terör örgütleri arasında geniş bir etkileşim imkanı ortaya çıkardı.
İran’da Kürt toplumunun temsilciliği, öncülüğü ve koruyuculuğu iddiasına sahip olan İKDP ve terör örgütü PJAK arasında gelişen rekabet, Mahsa Emini olayı ve akabinde ortaya çıkan halk hareketi süreci ile daha belirgin hale geldi.
Söz konusu etkileşim çerçevesinde, İran’ın Kürt bölgelerinde gelişen sosyo-politik hareketin yarattığı zemin ve “ayrımcılık ve etnik kimliğe saldırı” algısı temelinde ortaya çıkan "öncüsüz" halk hareketi, terör örgütleri açısından avantajlı bir zemin olarak değerlendirildi. Bunun sonucunda Kürdistan Demokrat Partisi (İKDP), Komele ve terör örgütü PKK'nın İran kanadı PJAK'ın, halk hareketi sürecine dahil olma çabaları görülmeye başlandı. Protesto süreci bu terör gruplarının temel hedeflerinin başında gelen “siyasi bilinç yaratma” sürecinin tamamlandığına dair bir gösterge olarak algılandı ve etkileşimin ikinci boyutu olarak protesto gösterilerinin yönlendirilmesi arayışı kendisini gösterdi.
Protestoların yönlendirilmesi
Bu arayış çerçevesinde söz konusu terör örgütleri tarafından “rasan ve serhildan (ayaklanma/başkaldırı)” sloganlarıyla grev çağrıları yapılarak protesto gösterilerinin şiddet eylemlerine dönüşmesi amacıyla faaliyetlerde bulunulmaya başlandı. Terörist gruplar bunun yanı sıra halk hareketinde kendisini gösteren "öncüsüzlük" durumunu da bir “boşluk” olarak değerlendirerek “kitle öncüsü” konumunu ele geçirme çabası içine girdi. Bu arayış, aynı şekilde, söz konusu örgütlerin Avrupa yapılanmalarına da yansıdı ve Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen protesto eylemlerinde de öncülük hedefi, İran içerisinde olduğu gibi ön plana çıktı.
Yunanistan’da gerçekleşen eylem, terörizme yönelik dış desteğin kaçınılmaz bir biçimde kaynak ülkenin güvenliğine yönelik tehdide dönüştüğünü ortaya koyuyor.
Mahsa Emini’nin ölümü üzerine başlayan protesto sürecinin İran’daki terör örgütleri açısından yarattığı bir diğer boyut, gruplar arasındaki rekabet oldu. Halihazırda İran’da Kürt toplumunun temsilciliği, öncülüğü ve koruyuculuğu iddiasına sahip olan terör yapılanmaları İKDP ve PJAK arasında gelişen rekabet durumu Mahsa Emini olayı ve akabinde ortaya çıkan halk hareketi sürecinde daha belirgin hale geldi. Bu bağlamda “kadın özgürlük hareketi” argümanları ile ideolojik olarak ciddi bir yakınlık gösteren PJAK ise bu süreçte daha fazla ön plana çıktı ve alan kazandı. PKK’nın 1993 yılından itibaren benimsediği, YJAK (Yekitiya Jinen Azad Kurdistan/Kürdistan Özgür Kadın Birlikleri) ve PAJK (Partiya Azadiya Jin Kurdistan/Kürdistan Özgür Kadın Partisi) terör örgütü yapıları ile uygulamaya koyduğu “silahlı ve siyasi kadın yapılanmaları” konseptini örgütsel yapısına taşıyan PJAK, kuruluşundan itibaren bu konsepte dayalı bir yapılanma göstermiş; ilk olarak HJRK (Hezen Jinen Rojhilati Kurdistan/Doğu Kürdistan Kadın Güçleri) isimli bir kadın birimi oluşturmuştu.
Bunun ardından 2014 yılında gerçekleştirilen PJAK 4. kongresi sonucunda bu birim dönüşüme uğrayarak “HPJ (Hezen Parastina Jin/ Kadın Savunma Güçleri)” ve siyasi cephe yapılanması olarak ise “KJAR (Komeleye Jinen Azad Rojhilat/Doğu Kürdistan Özgür Kadınlar Topluluğu)” yapıları ihdas edilmişti. 2014 yılında gerçekleşen bu ihdas sürecinde, Suriye’de terör örgütü YPG’nin kadın kolu olan YPJ’nin propaganda faaliyetleri ile tesis etmeye çalıştığı “kadın özgürlüğü” ve “kadın savunma gücü” imajlarının etkisi söz konusudur.
Bu durum PJAK’ın İran’da gerek “Kürt hareketi” gerekse “kadın özgürlük hareketi” temalı halk hareketlerinde daha fazla alan kazanabileceği bir çerçeve yaratıyor. Söz konusu iki farklı temayı iç içe geçirmeyi hedefleyen PJAK, bu yolla “kadın hareketi” imajı ile hem İran’ın Kürt bölgelerinde hem de İran genelinde sempati ve çekim alanı oluşturmayı amaçlıyor. Bu amaç doğrultusunda, İran’da gelişen ve büyük ölçüde Batılı ülkeler tarafından desteklenen feminist hareketler ve gruplarla iş birliği zemini bulacağını uman PJAK, bu yolla aynı zamanda, tıpkı YPJ örneğinde olduğu gibi uluslararası meşruiyet ve destek arayışına da girebilecek. Nitekim bu durum, İran’daki mevcut kitle hareketi sürecine de yansıdı; protestolarında PKK tarafından kullanılan “Jin Jiyan Azadi (Kadın, Yaşam, Özgürlük)” sloganının göstericiler tarafından öne çıkarılması, PKK/PJAK söylemlerini taşıyan pankart ve duvar yazıları PJAK’ın bu süreçteki etkisine ve potansiyeline dair bir işaret sundu.
Yunanistan'da saldırıya uğrayan İran Büyükelçiliği
Diğer yandan terör örgütü PJAK’ın bu süreçte yarattığı etki ve elde ettiği potansiyel, terörizme yönelik dış desteğin kaynak ülke açısından ürettiği negatif sonuçları da gözler önüne serdi. Bu çerçevede, özellikle son yıllarda yoğunlaşan İran-PKK yakınlaşması bağlamında, terör örgütü PKK’nın PJAK aracılığıyla İran üzerinde bir “şantaj” kozu elde ettiğini saptamak mümkün. PKK'nın, PJAK aracılığıyla elde ettiği bu koz ile İran’ı kendisine daha fazla destek sunmaya zorlayabileceği gibi aynı zamanda Batılı ülkeler ve PJAK iş birliğine dayalı bir stratejiyi de benimseyebileceği öngörülebilir. Bu durum İran’ı, bir güvenlik çıkmazına sürükleyebilecektir.
Benzer biçimde, 25 Eylül günü Yunanistan’daki İran Büyükelçiliğine yönelik molotoflu saldırı da bu duruma farklı bir örnek sunuyor. Tıpkı İran gibi, Türkiye’ye karşı terör faaliyetleri yürüten pek çok örgüte barınma imkanı sağlayan Yunanistan’da gerçekleşen bu eylem, terörizme yönelik dış desteğin kaçınılmaz bir biçimde kaynak ülkenin güvenliğine yönelik tehdide dönüştüğünü ortaya koyuyor. Bu çerçevede İran ve Yunanistan’ın, Türkiye ile bölgesel rekabette bir yıpratma savaşı unsuru olarak araçsallaştırdığı terör örgütlerinin, kendi güvenlikleri için bir tehdide dönüştüğü açık bir biçimde saptanabilir.