Türk kadınının seçilme hakkı
5 Aralık 1934’te ülkemizde Seçim Kanunu değiştirildi. Kadınların seçme ve seçilme hakkı “kanunla” tanındı.
Öncesinde durum şöyleydi:
Seçim Kanunu’nu yeniden düzenleyen ilk meclis 18 yaşını tamamlayan her erkek “ferd”in seçme hakkına sahip olduğu cümlesini yerleştirmişti.
1923, 1927, 1931 seçimlerinin seçenleri de seçilenleri de erkeklerdi.
1934’de ise seçme yaşının 18’den 22’ye çıkarılması ile beraber kadınlara da seçme hakkı tanındı.
Dünyada kadınlara seçme hakkı verilmesinin geçmişi ise son derece ilginç... İsveç’in şehir loncalarının vergi ödeyen kadınlarına 1700’lü yıllarda tanıdığı seçme hakkı 1800’lü yıllarda toprak sahibi olan, vergi ödeyen, öğrendiği meslekleri icra eden gibi başlıklarda çeşitli ülke ve bölgelerde kadınlara tanınmış.
1880 sonrası ABD’de dul ya da hiç evlenmemiş kadınlara oy kullanma hakkı tanınması için anayasa değişikliği teklif edilmiş. 1890 sonrası bazı koloni ve eyaletlerde genel oy kullanma hakkı verilmiş.
1900’lere gelindiğinde dünyanın çeşitli yerlerinde oy kullanma hakkını “yalnızca beyaz kadınlar”a veren ülkeler var.
Avusturalya 1903’de kadınlara genel anlamda seçme hakkı veren ilk bağımsız ülke.
Ülkemiz bu anlamda kadınlara seçme hakkı verilmesinin Avrupa’daki öncülerinden. Fransız ve İtalyan kadınları bu hakka 1945’te kavuşmuş örneğin. Belçika ise 1948’de kadınlara seçme hakkı tanımış.
Bir hakka kavuştuğunuzda. Her şey olması gerektiği gibi olduğunda. Hep varmış gibi geliyor insana, hep öyle olmuş gibi.
“Hak” hep yerli yerindeymiş, sahibindeymiş gibi.
Seçilme hakkı, eğitim alma hakkı başta olmak üzere tüm haklar tüm kadınlar tarafından tüm cumhuriyet tarihi boyunca sürekli kullanılıyormuş gibi.
"Çağdaş bir görünüm taşımayan başörtüsü ve onunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysi, bir ayrıcalıktan ötede bir ayrım atacı niteliğindedir. Şimdiye kadar başörtüsü kullanmadan yükseköğretim kurumlarını bitirmiş bayanlarla şimdi yükseköğretim kurumlarında bulunan bayanları dine karşı ya da dinsiz göstermek için kullanılma olasılığı da kaçınılmazdır. Çağdışı bir görünüm veren bu durumun giderek yaygınlaşması Cumhuriyet, devrim ve lâklik ilkesi yönünden sakıncalara da açıktır. Demokrasiden yararlanarak lâikliğe karşı çıkışlar din özgürlüğünün kötüye kullanılmasıdır."
cümlelerini içeren Anayasa Mahkemesi kararı bu karara karşı çıkan Hakim “Mehmet ÇINARLI”nın “din ve vicdan hürriyetinin bir gereği olarak baş ve boynun örtü ile kapatılmasının dinin devlet işleri ile karıştırılması ile ilgisi yoktur" karşı oyuna rağmen oy çokluğu ile yazılmamış gibi.
Kamusal alan kavramı yalnızca sezilen ama görünmeyen bir duvar gibi yine yalnızca kadınların önüne atılmamış gibi.
“Yeterli eğitim görmemiş bazı kızlarımız hiçbir özel düşünce olmaksızın içinde yaşadıkları toplumsal çevrenin gelenek ve göreneklerinin etkisi altında başlarını örtmektedirler. Ancak bu konuda kendi toplumsal çevrelerinin baskısına ve gelenek ve göreneklerine boyun eğmeyecek ölçüde eğitim gören bazı kızlarımız ve kadınlarımızın sırf lâik Cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir devlet düzenini benimsediklerini belirtmek amacı ile başlarını örttükleri bilinmektedir. Bu kişiler için başörtüsü masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak, kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetimizin temel ilkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline gelmektedir.”
cümlelerini pelesenk eden Danıştay, Yüksek Öğrenim Kurumu öğrencilerine verilen disiplin cezalarını, öğrenim kurumlarından “atılmalarını” onamamış gibi.
Öğrencilerinin baş örtüsü ile derse girmesine izin veren Tıp Fakültesi dekanı içinse Danıştay “yönetim görevi elinden alınsın” kararı vermemiş, kararda temizlik personelinin baş örtüsü ile çalışmasına göz yumduğu iddiası dahi yer almamış gibi.
Yasalarımızda olmayan yasaklar bağımsız yargı eli ile getirilmemiş gibi.
Seçilme hakkı mı? O da tüm bu yıllar boyunca "yasada" mevcut.
Aynı öğrenim hakkı, çalışma hakkı gibi.
Hukukilikten uzak mahkeme kararları gibi, hukukilikten uzak türlü çeşit gerekçelerle fiiliyatta “tüm kadınlar için” mevcut değil.
2015 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde baş örtülü bir kadının seçilme hakkını kullanması ve seçildiğinde görevinin gereğini yerine getirmesi mümkün değildi.
2015 yılına kadar başörtülü bir kadının seçilme hakkı gerçekte mevcut değildi.
Türkiye Cumhuriyeti’ndeki “tüm kadınların” seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu yıl 2015’dir.