Veba geceleri
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk'un Türkiye'de henüz pandemi, karantina, salgın gibi sözcüklerin lugatımıza girmediği bir dönemde yazmaya başladığı, çıkışı itibariyle küresel koronavirüs pandemisine denk geldiği (iyi mi oldu, kötü mü bilmiyorum) Veba Geceleri kitabını nihayet bitirdim.
'Nihayet' diyorum çünkü bizim gibi kendine ayıracak vakti kısıtlı olan insanlar için 530 sayfalık kitabı her gün belirli aralıklarla okuyarak bitirmek yaklaşık 20 gününüzü alabiliyor.
Veba Geceleri, Osmanlı'nın Avrupa tarafından "hasta adam" olarak nitelendirilmeye başlandığı son dönemlerini, Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilip önce V. Murat sonrasında da Abdülhamit'in tahta çıktığı yıllarda V. Murat'ın hayali kızı Pakize Sultan'ın etrafında anlatan bir kitap.
Pamuk, Girit Adası yakınlarında olduğu imgesini uyandıran hayali "Minger Adası"nda başlayan veba salgınını, Türkiye'de Osmanlı tarihinin sağ tandanslı geleneksel anlatımının aksine, o dönemi tüm bu geleneksel yöntemlere bir anlamda meydan okuyarak okuyucuya aktarıyor.
Osmanlı şehzadelerinin yaşayış biçimlerine, padişahların tahttan indirildikten sonra yaşadıklarından, saraydaki amaçsız şehzadelere ve hatta Cumhuriyetin erken dönemlerine kadar birçok gönderme romanda yer alıyor.
***
Örneğin, romandaki karakterlerden biri olan Kolağası Kamil'in, (Mustafa Kemal'e) hem isim hem de kariyer benzerliği ilk bakışta göze çarpıyor. Kolağası Kamil'in Fransız ihtilalinden etkilenen bir asker olduğu, Minger adasında yaptığı devrimler, bağımsızlık mücadelesi vs. (kitabı okumayanlar için söylemekten imtina ediyorum) ve "Minger Mingerlilerindir" (Türkiye Türklerindir) sloganı bu göndermeleri doğrular nitelikte. Yine bir başka karakter olan Ramiz'in köylere baskın yapması ve merkezi idareye karşı silahlı direniş göstermesi (Çerkez Ethem) de bu göndermelerden yalnızca birkaçı... Kitap da genel olarak bu simgeselliğe dayanıyor.
***
Veba Geceleri, ilk bölümleri itibariyle Pakize Sultan'ın gözünden anlatılan bir polisiye roman izlenimi veriyor. Sultan Abdülhamit'in adada patlak veren vebayı önlemek için en güvendiği bilim insanlarından birisi olan Bonkowski Paşa'yı adaya göndermesi ve Bonkowski Paşa'nın adada öldürülmesi ile birlikte karaktlerlerin bu olay örgüsü etrafında aldığı pozisyonlara göre roman şekilleniyor.
Ancak kitap, klasik polisiye romanlarından birisi olmadığını cinayetin hemen ardından gösteriyor. Pakize Sultan, Doktor Nuri, Minger Adası Valisi Sami Paşa, Bonkowski'nin eski dostu ve ortağı Eczacı Nikoforos ve diğer yan karakterler üzerinden Osmanlı'nın son dönemlerindeki sorun çözme politikaları masaya yatırılıyor.
Kitabın birkaç bölümünde özellikle vurgulanan, Abdülhamit'in -çok sevdiği ifade edilen "Sherlock Holmes" romanlarındaki akılcılığın aksine, bu hayali Osmanlı adasında cinayetlerin ardından önce suçlu belirlenip ona göre deliller elde edilmeye çalışılıyor. Bu delil toplama işi "bazen" işkenceye varan itirafçılıkla halledilip sorunlar çözülmeye çalışılıyor. Orhan Pamuk buradaki tezatlıkla, aslında anlatmak istediğini daha belirgin hale getiriyor.
Polisiye tarza çok uzak bir isim olmayan Orhan Pamuk için elbette bu kurguyu yapmak, sizi hayali bir adaya götürüp oradaki cinayete ve Osmanlı bürokrasisine tanıklık ettirmek, tüm bunları yaparken adada yaşayan Osmanlı ve Rumların salgına ve cinayetlere bakış açısını toplum, din ve medeniyet üzerinden aktarmak zor olmamış.
Ancak kitapta Orhan Pamuk'un alışılmışın dışındaki tasvirlerine de yer veriliyor. Vebaya yakalanan bir gardiyanın ve Kolağası Kamil'in son anları, hayali Minger Adası'nın cadde ve sokaklarının ayrıntıları, ölülerin yıkanması ile ilgili ilgili yaptığı betimleler bir kitap okuyormuş hissinden çok Minger Adası'nın 1867 yılında çekilen bir fotoğrafına bakıyormuş hissi uyandırıyor.
Öte yandan klasik tarih romanlarında bireylerden ziyade olaylar ve toplumların ele alındığında hep tanık olduk. Ancak Orhan Pamuk bu tuzağa düşmeyecek kadar deneyimli ki, bahsi geçen karakterlerin kendi dünyalarını bölüm bölüm bize aktararak, bazen okumayı zorlaştırsa da, başarılı bir tarihi roman sıfatını rahatlıkla üzerine giyebiliyor.
Her ne kadar sonu biraz aceleye gelmiş, daha önceki 400 sayfada anlatılanlar, kelime veya vuruş sınırlaması varmış gibi son 130 sayfada çözüme kavuşturulmak için çaba gösterilmiş izlenimi uyandırsa da, pandeminin son günlerini yaşadığımızı umut ederek, bu süreçte okunabilecek güzel bir roman olduğu kanaatindeyim.