Neden yazar olamadım
Çok geniş zamanlar gerektiriyordu çünkü. 40 yıl da çabucak geçti. Başlayacağım o önemli an yaşadıklarım içinde yoktu.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi okurken başladı bu istek. Yazarların hayatı, eserlerinden örnekler vardı. Çok güzeldi. Bilgiye ulaşmak güçtü, bilgi de o denli güçtü.
Sonra yazar olacağım günü beklemeye başladım.
Bu öyle bir gündü ki, gelmesi için önce “olmuş” olmam gerekiyordu. Tamam olmam. Tamamlanmış olmam.
Yetenek gerektirdiğine de inanıyordum. Doğuştan gelen kişi de varsa günü gelince ortaya çıkan cinsten bir şeydi bu ama. Denemeyi, çalışmayı içermiyor. Geliştirilebilir gibi gelmiyordu. Ya vardı ya yoktu. Günün birinde süper kahramanların güçleri gibi ortaya çıkıyordu.
Bilmek gerekiyordu ve bazı yaşlar bilmek için çok gençti. O yaşta fark etmiş olamazdınız. Biliyor olamazdınız. O nedenle oturup yazamazdınız.
Sonra da zaman çok daha hızlı geçmeye başladı. Anlaşılmaz, ele geçmez bir şekilde hızlı.
Yazar olacağım gün bir torbanın içindeydi, hep ordaydı. Ama ben hep farklı bir top seçiyordum o torbanın içinden.
Ümit hep vardı ama. Rakamlar aklımı karıştırsa da vardı. Hiç biri “kırk” kadar karıştırmadı ama.
Bu işte bir yanlışlık vardı. Bunca zaman geçmiş olamazdı.
Sonra artık gerçekten yaklaşmış olmam gerektiğini düşünerek Kurmaca Yazarlık Atölyesi’ne kaydoldum.
En çok o zaman fark ettim. Günde bir-iki saat ya da haftada bir gün yazmanın benimle ilgisi yoktu.
Kitabım kapının önüne bırakılmayacaktı. Biri kapımın önüne kitabımı bırakıp zili çalıp gitmiş sanki öyle mutlu bir an.
Onun yerine saatler vardı. Günler, haftalar, aylar. Seçmem gereken her seferinde yazmayı seçmem gereken bir sürü an olması gerekiyordu.
Kurgu bir roman için farklı bir fikrimin olması gerekiyordu. Yoktu.
Bir bulmaca vardı sanki, çözünce oturup yazacaktım.
Gidilmemiş bir yoldan ilk kez gidip sonra tarif edecektim. Ama yoktu.
Kalabalıklar vardı. Gürültülü kalabalıklar. Bazı sesler daha çok çıkıyordu. Öyle çok çıkıyordu ki “olması gereken”i hep onlar söylüyordu. Öylece geçiyordu sonra. Vakit hep geçiyordu.
Anların aynı olduğu bir sürü gün vardı. O günlerde çalışılıyordu.
“Kendine ait bir oda” o yıllardakinden dahi uzaktı. İletişim araçları öyle çoktu ki. Gitgide de artıyordu. Hep beraber aynı odada oturuyorduk.
Kendine ait bir sürü an lazımdı. Yoktu.
Yeteneğim olup olmadığını anlayacak bir turnusol aramıştım. O da yoktu.
Neden yazar olamadığımı anlatan hikayem dahi yoktu.
Ümit yine/hala vardı ama.
Gün batımını izleyeyim. Belki bir gün uzuuuuun bir hikayem olur.