Ziya Bilici, Boğaziçi'nin eski rektörü Eskişehirli Mehmed Özkan'a hakkını neden helal etmiyor?
Ziya Bilici’den Boğaziçi Üniversitesi ve yaşanan olaylarla ilgili çok konuşulan röportaj ve açıklamalar… Ziya Bilici, Boğaziçi'nin eski rektörü Eskişehirli Mehmed Özkan'a hakkını neden helal etmiyor?
Boğaziçi Üniversiteliler Derneği'nden, Boğaziçi mezunlarından, reklamcı Ziya Bilici ile Veysel Murat Özyavuz’un yaptığı ve milimanaliz.com’da yayınlanan röportaj sosyal medyada çok paylaşılıyor, Ziya Bilici’nin Boğaziçi Üniversitesi ve son dönemde yaşanan olaylarla ilgili açıklamaları çok konuşuluyor…
Ziya Bilici’nin Boğaziçi Üniversitesi’nin önceki dönem rektörü olan Eskişehirli Prof.Dr. Mehmed Özkan hakkındaki sözleri de dikkat çekti…
İşte çok konuşulan o röportajı satırı satırına aynen sizlerle paylaşıyoruz…
Öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
1969 Adana doğumluyum. Liseden sonra Kara Harp Okulu’na başladım, fakat 3. sınıftan ayrıldım. Ardından Boğaziçi Matematik ve yine Boğaziçi Genetik bölümlerinde okudum. İkisini de tamamlayamadım. Reklamcıyım ve dedeyim.
Dünya’daki önde gelen önemli üniveristelerin bilimsel ve akademik vizyonlarına kıyasla Türkiye’deki üniversite öğrencilerinin ve akademisyenlerin genel durumları için neler söylemek istersiniz?
Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada gençler yüksek ideallerle üniversitelere başlarlar. Hatta gençler ne kadar zayıf bir ülkenin vatandaşıysa idealizm oranları o nebze yüksek olur desek yanlış olmaz. Ama bu idealist yolculuk zamanla farklı patikalardan seyrine devam eder. Bir kısmı daha pragmatik tercihlere yönelir. Başka bir grup ülke bazlı idealistlikten bireysel idealizme kayar. Yani akademik ideallerindeki vatan bileşeninden vazgeçer. Az bir bölümü de ülkesi için yorulmayı ve yaşadığı tüm hayal kırıklıklarına rağmen mücadele etmeyi sürdürür.
Akademisyenlerimiz çok daha problemli. Sebebi ülkenin bilim geleneğinin oturtulamamış olması. Bunun da çok fazla nedeni var. Mesela alfabe değişimiyle gelen kırılmada çok sayıda ismin kenara düşmesi veya dışlanmasıyla rekabet ortamının zayıflaması, ülkede pozitif bilim çalışmalarının köklü bir geçmişinin olmaması ve en önemlisi de politize olmuş akademisyenlerin klanlaşarak birçok güçlü akademisyenin önünü tıkaması.
Türkiye’nin en prestijli üniversiteleri arasında olan Boğaziçi üniversitesini geçmişinden günümüze gelen gerek akademik gerekse sosyokültürel ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Boğaziçi Türkiye’nin en prestijli üniversitelerinden biri değildir; tartışmasız en prestijli üniversitesidir. Bakın en başarılı demiyorum, en prestijli diyorum. Gelelim sorunuza. Boğaziçi başlangıçta Robert Koleji olarak tipik bir Amerikan üniversitesi gibi yapılandırılımıştır. Türkiye’deki mevcut üniversitelerden daha iyi eğitim vermis, bu yönüyle öne çıkmaya başlamıştır. Amerika’nın ve buna paralel olarak İngilizce’nin yıldızının yükselmesi, İngilizce eğitim veren kurumların da fiyakasını güçlendirmiştir, doğal olarak Robert Koleji de prestij kesbetmiştir. 1971’de TC’nin denetimine geçen ve Boğaziçi Üniversitesi adını alan okul, Robert’den tevarüs ettiği gelenekle eğitime devam etmiştir. Çok sayıda yabancı hoca veya Amerikan eğitim sisteminin rahleyi tedrisatından geçmiş yerli hocalarla bu gelenek korunsa da zamanla aşınmaya başlamıştır.
Her şeye rağmen Boğaziçi, hala Türkiye’nin diğer devlet üniversitelerine göre çok daha liberal bir atmosfere sahiptir. Hoca öğrenci ilişkileri hiyerarşik değil daha medeni seviyededir. Okul personeli öğrencilere asla kaba davranmaz, davranan olursa mutlaka hesabını verir. Yani okul öğrenci merkezli bir kültüre sahiptir.
Boğaziçi üniversitesindeki öğrencilik dönemizde veya mezun olduktan sonraki Boğaziçi Üniversiteliler Mezunlar (BURA) Derneği faaliyetleriniz esnasında son olaylarda da sıkça ifade edilen “Boğaziçi kültürü” bağlamında karşılaştığınız olumlu ve olumsuz çarpıcı örneklerden bahsedebilir misiniz?
Boğaziçi kültürü tek katmanlı değildir. Bir önceki cevabımda bahsettiğim öğrenci merkezli liberal ortam da “Boğaziçi Kültürü” nün bir parçasıdır, pozitivist kafa yapısına sahip olmayanların akademik kadroda ideolojik filtrelenmeyle önünün kesilmesi, dışlanması veya mobinge maruz kalması da. Hatta akademik kadro haricindeki profesyonel çalışanların mezhepsel klik veya siyasi klanın üyesi olması da.
Bugün üniversite özerkliği ve bilimsel idealler üzerinden pazarlanan “Boğaziçi Kültürü” nün asıl korunmak istenen paydaşları son bahsettiğim iki katmandaki şebekelerdir.
Örnek istediniz, mesela kraker yiyen bir hocamızın yanından geçerken canım çekmişti ve “Hocam bir tane alıyorum” deyip izin vermesine bile fırsat vermeden emrivakiyle krakeri almıştım. Bunu başka üniversitelerde yapamazsınız. Ben de bu cesareti muhtemelen ortamın bana sunduğu verilerden almışımdır. Çok daha marjinal hikayelerim var. Ama bunlar ortalama bir öğrenciyi aşar, zaten ben marjinal bir öğrenciydim. Diğer taraftan de jure her kesim ve görüşe eşit mesafede ve objektif yaklaştığını iddia eden “Boğaziçi Kültürü” de facto Batı kültürünü yücelten ve diğerlerini dışlayan, aşağılayan bir zihni içerik taşır. Mesela bir hocamız sınıfta çok rahat şekilde kurban kesmeye maskaralık diyebilmişti. Bu cesareti de kendisine vermişler demek ki. Biz de yeteri kadar cesurduk ve ağzının payını vermiştik tabi.
Boğaziçi üniversitesi gerçekten bir akademik başarı hikayesi midir? Yoksa öğrencileri ve akademisyenleri bakımından çoğunluğu bir elit bir kesimin hakimiyetinde olan, Anadolu kültür değerleri özümsemiş bireylerin ise bir azınlık olarak eklemlendiği bir kült müdür?
Bu soruya Boğaziçi’nin akademik kadrosuyla öğrenci kitlesini ayrıştırarak cevap vereyim. Dedim ya öyle prestijli bir okul ki, puanı tutan hemen hemen her öğrenci istediği bölüm varsa ilk tercihine Boğaziçi yazar. Şu anda ilk bine giren yaklaşık 700 öğrenci Boğaziçi’ni tercih ediyor. Böyle üst düzey bir öğrenci kitlesi Harvard, Cambridge, Stanford ya da MIT’ de yok. Yani “Evet. Öğrenci perspektifinden baktığımızda Boğaziçi’ne kadar gelen süreç görkemli bir başarı hikayesidir” diyebiliriz. Boğaziçi’nde bu hikaye eski şiddetinde olmasa da sürer, zira öğrencisinin potansiyeli gayet yüksektir
Boğaziçi’ne gelen öğrencilerin tüm Türkiye’den ve farklı sosyokültürel çevrelerden geldiğini söylemek yanlış olmaz. Fakat “Boğaziçi Kültürü” değimiz mefhum öylesine baskındır ki her öğrenciyi az ya da çok etkiler ve büyük oranda dönüştürür. Son rektör hadisesinde gayet dindar gençlerin bile “Boğaziçili” görünmek adına yanaşmacılık yaparak rektöre karşı bildiri yayınlaması söylediğime iyi bir delildir. Kısaca Boğaziçi’ne giren hemen hiçbir çocuk aynı şekilde çıkmaz. Bu değişim birçok menfi yüklenimler içerdiği gibi, pozitif kazanımları da olan çok boyutlu ve parametreli bir süreçtir. Örneğin bir yandan Boğaziçili özgüven patlaması yaşar, ancak bu özgüven çoğunlukla küstah ve üstencil bir ruh haline de dönüşebilir. Ait oldukları toplumdan kendilerini izole etmeye başlarlar.
Akademik kadrolar başarısız diyemeyiz. Ama Boğaziçi’nin potansiyeli veya şanına kıyasladığımızda çok zayıf kaldığını söyleyebiliriz. Boğaziçi Üniversitesi’nin başarı endeksi bilimsel olarak değil, dönüştürücü olarak yüksek olma üzerine kurgulanmıştır. Dönüştürücü olarak gayet başarılıdır. Neyi dönüştürür? Anadolu değerleriyle bezenmiş gençlerimizi, pozitivist kültün ilkelerine ram olmuş kurşun askerlerine.
Rektör atamasıyla birlikte Boğaziçin de yaşanan son olayları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkemizde kanunla belirlenmiş şekilde bir rektör ataması yapıldı. Ama kızılca kıyamet koptu. İki yüzden fazla üniversite var. Ama sadece Boğaziçi rektörünün atamasında böyle bir reaksiyon verildi. Boğaziçi nadide bir kurum. Kendi kuralları ve hayli şişkin bir kurumsal egosu var. Kurtarılmış bölge ve bu bölgeye devletin müdahil olmasını kaldıramıyorlar. Fakat devleti kendilerine iliştiremeyen bu zatların maaşlarını devletten almaları gibi bir paradoks var önümüzde. Yani beni yedir, içir, barındır, ama sakın ne yapacağıma karışma. Lütfen bana da böyle bir saltanat bahşeder misiniz? Onuru ve bağımsızlığı olan hiçbir devlet böylesi bir pervasızlığa bigane kalamaz. Şu anda yaşanan olaylar, devletin gasp edilmiş otoritesini ikame edereken buraları onlarca yıldır tarlaları gibi sürmüş, kendilerince kazanılmış hakları olduğunu vehmeden ve buradan hareketle bu konforu ve saltanatı bırakmak istemeyen güruhun direnciyle ortaya çıkmış kargaşadır. Uluslararası iltisakları ve mahir propaganda araçlarıyla mevzuyu olduğundan kat be kat fazla köpürtmüşlerdir. Adı üstünde bu bir köpüktür. Bu kadar ciddiye alınması dezenformasyon kaynaklıdır. Devlet yeterince dirayetli durursa herkes kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırp köşesine çekilir.
Üniversitenin kendi iç dinamiği çerçevesinde Türkiye toplumundaki karşılığı nedir?
Boğaziçi bizim zamanımızda toplumdan çok kopuk ve butik bir üniversiteydi. Düşünün, oldukça tahsilli bir sülale olduğumuz halde Boğaziçi’ni kazandığımda akrabalarımızdan bazıları adını ilk kez duymuşlardı. Şu anda tüm ülkede biliniyor, fakat hala Türkiye’nin bir parçası değil. Boğaziçi’ne kapağı atan Anadolu çocukları bile sınıf atladığını düşünerek kendisini toplumun üstüne konuşlandırıyor. Yani o beklenen kaynaşma veya aidiyet bir türlü oluşmadı. Türkiye’nin sosyokültürel yapısındaki değişim Boğaziçi ile toplum arasındaki mesafeyi bir miktar azalttı. Bunun sebebi Boğaziçi’nin topluma doğru adım atması değil tabi ki. Toplumun ekseninin Boğaziçi’nin olduğu yöne doğru kayması.
Yaşanan son olaylarda İçişleri Bakanlığının açıklamalarına göre çok sayıda farklı terör örgütü mensubununda yer aldığı ifade edildi. Toplumu endişelendiren bu tür eylemlerin tıpkı gezideki gibi olumsuz provakasyonlara sebeb olur mu? Bu bağlamda Dünya’daki çok sayıda ülkede geçtiğimiz günlerde Z kuşağı diye adlandırılan gençlerin çeşitli konularda protestoları yaşanıyor bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Boğaziçi’nin öğrenci profili öyle çok riskli hareketlere girmeye müsait değil, başarılı ve muhitlerinin temayüz etmiş öğrencileri. Onlardan beklenen anarşik olaylar değil, bilimsel başarılar. Doğal olarak bu tür sıradışı direnişlerde genelde bindirme kıtalarla takviye yapılır. Zaten olan da budur. Protestolar esnasında Boğaziçi öğrencisi olmayanların dışarıda bırakılması turnusol etkisi gösterdi. Çoğu protestocular dışarıda kaldı. Böylece 15 bin öğrencisi olan Boğaziçi’nin azami 500 öğrencisi protestolara katılmış oldu. Pandemi nedeniyle şehir dışında olanları katarsak öğrencilerin en fazla % 5-10’u protestolara katılıyor diyebiliriz. Bu da iğrapta mahalli olmayacak bir oran. Protestolara katılmayıp destek verenler de var elbette, burada oran bir hayli yüksektir, %80 civarıdır. Bu itiraz çok örgütlü bir kitle tarafından pazarlanıyor ve gerek sosyal medya üzerinden gerekse kurumsal propagandalarla güçlü bir algı oluşturuluyor. Yani ters bir algıda öğrencilerin çoğu karşı cenaha yanaşabilir. O yüzden fazla ciddiye alınmaması gerekir. Nitekim puslu ortamları çok sevip arada kamufle olan çok sayıda marijinal örgüt üyesinin varlığı Boğaziçi Atatürkçü Düşünce Kulübü’nün dikkatinden kaçmamış ve bu konudaki şerhlerini açıklayan bir bildiri yayınlamışlardır. Aynı basireti dindar gençlerin forsa ettiği Boğaziçi İslami Araştırmalar Kulübü’nün gösterememesi içler acısı bir manzaradır.
Olaylar Türkiye genelinde gündeme oturunca herkes “Acaba ikinci Gezi mi geliyor?” diye sormaya başladı. Açık ve acımasız bir yorum yapayım. Bu soruyu soranlar Türkiye’nin 15 Temmuz’dan sonra yaşadığı değişimi fark edememiş gafil ve cahillerdir. Bunun 10 katı kadar güçlü ve bir o kadar halka teşmil edilebilecek bir gerekçeyle bile insanlar sokağa dökülse, bu ülkede ikinci bir Gezi yaşanmaz. Türkiye o merhaleleri çoktan aştı.
Bakın İslami değerlere hakaret içeren posterlerle Boğaziçi’nde rektör protestosu yapmaya kalkan LGBT kulübü rektör Melih Bulu tarafından kapatıldı. Eşcinsel lobisi Yahudi lobisinden sonara dünyadaki en güçlü ikinci lobidir. Zaten hemen ses verdiler. Ama ona rağmen bir şey olmadı. Ayasofya’yı yeniden ibadete açmış bir ülke için bu tür hareketler çerez hükmündedir.
Dünya genelinde üniversitelerde protesto gösterileri var demişsiniz. Bence her zamanki kadar var ve algıda seçicilikten böyle düşünüyorsunuz. Filhakika gençlik her zaman protesttir. Cahil ve heyecanlı olmalarından dolayı kullanılmaya müsaittirler. Birileri tarafından sıkça manipüle edilirler. Ayrıca kimlik ve karakter gelişimi için isyan iyi bir uyarıcıdır, bir manada genç için ihtiyaçtır. Yani bu işin fıtratı böyle. 68 kuşağını hatırlayın. Şimdikine oranla binlerce kat güçlüydü.Yani ortada abartılacak bir durum yok.
Siz olsaydınız bu süreci nasıl yönetirdiniz?
Baştan söyleyeyim, Boğaziçi baronlarıyla istişare falan etmezdim. Çünkü onların istişareden anladığı sadece kendi retoriklerine alkış tutmanızdır. Erdoğan çok doğru bir kararla Boğaziçi’ndeki halka ve devlete rağmen saltanatını sürdüren ve ülkeye ait olmaktan çok ülkeyi dönüştürmeyi hedefleyen Boğaziçi Dükalığı’na neşter vurmak amacıyla kendi rektörünü atadı. Yani ben de çok farklı davranmazdım. Sadece yeni rektör Melih Bulu’nun, kuyruğuna basıldığı için yaygara koparan malum çevreleri fazla ciddiye aldığını ve onları yatıştırmak için bir sürü fuzuli açıklama yaptığını düşünüyorum. Bu hareketlere hiç gerek yok. Çünkü oturup konuşulabilecek bir güruh değiller. Evet yanlış duymadınız. Boğaziçi’nin o anlı şanlı liberal, çoğulcu, paylaşımcı kliğinden bahsediyorum. Onlar kendi bahçelerinde öyledir. Üçüncü şahıslarla sadece emrivaki fazından söylev kusarlar. Sosyoloji bölümü hocalarından Zafer Yenal yeni rektöre “gelsin konuşalım” gibi oldukça üst perdeden ve küstah bir çağrıda bulundu. Arkadaş sen kimsin ya? Kimi sigaya çekeceksin. Hadsiz adam. “Buralar bizim çöplüğümüz, bize biat etmeyeni buralarda barındırmayız” yaklaşımı akademik değil mafyatik bir yaklaşımdır. Benim gözümde Alâeddin Çakıcı’nın Boğaziçi rektörlüğü meselesinde yaptığı açıklamayla, mezkur açıklamanın hiçbir farkı yoktur. Sadece ikincisini cübbesinden dolayı akademisyen sanıyorsunuz.
"Önceki rektör Mehmed Özkan fırsatı heder etti, kendisine hakkımızı helal etmiyoruz"
Son olarak, Türkiye gündemini bir süredir meşgul eden bu konuyla alakalı olarak bir Boğaziçili olarak sorunun en kısa sürede çözülmesi için öğrenci, akademisyen, rektör ve ilgili yetkililere mesajınız nedir?
Bu işin sorun olmaktan çıkması söz konusu değil. Yani güzellikle çözülecek bir mevzu değil. Karşınızda istişareye açık bir yapı yok. Kaldı ki bugüne kadar halkın vergileriyle halkın değerlerini aşağılamaktan başka bir iş yapmamış, Amerika’nın ileri karakolluğuna soyunmuş, küreselcilerin borazancılığını yapmış, enerjisini bu tür şeylere harcadığı için muhteşem potansiyeline oranla patetik seviyede bilim üretmiş bir kitle var. Dolayısıyla akademisyenlere bir mesajım yok. Onlarla kora kor mücadele etmek lazım.
Öğrencilere mesajlarım var. Öncelikle kendileri arkada her türlü melon planı yapan ve fakat fazla ortada gözükmeyen Boğaziçi politbürosunun dolduruşuna gelerek kendilerini paralamasınlar. Milletimizin gözünde öğrenci ve askere karşı her zaman bir merhamet, sevgi ve sahiplenme vardır. Ancak bunu fazla suiistimal ederseniz ve milletin kırmızı çizgierini aşarsanız gerekli cevabı alırsınız. Kendinizi kullandırtmayın.
Boğaziçi’nde okuyan hatırı sayılacak miktarda mütedeyyin bir öğrenci kitlesi var. Fakat üzülerek görüyorum ki bu gençler de belli çevrelerce oluşturulmuş bu algıda oltaya gelmiş, mensup oldukları cemiyeti çok rencide edecek şekilde -tabirimi mazur görün- sazan gibi atlamış ve küreselcilerin payandalığını yapmışlardır. Ne Melih Bulu’yu tanımış ve öylece itiraz etmişlerdir ne de Boğaziçi baronlarının arkada çevirdiği oyunu görebilmişlerdir. Çoğunu tanıdığım bu öğrenciler adına milletimden özür dilerim.
Rektör beye de bazı tavsiyelerim olacak. Dışarıda olup bitenle ilgilenmeyi bırakıp doğrudan üniversitenin iç dinamiklerini düzenlemeye koyulsun. Yapacak çok işi var. Bir önceki rektör Mehmed Özkan mütedeyyin bir isimdi. Ama devletin ve Allah’ın kendisine verdiği fırsatı heder etti. Bütün derdi Boğaziçi baronlarının değirmenine su taşıyıp onların alkışını almaktı. Kendisine hakkımızı helal etmiyoruz. Melih beyin de zinhar böylesi bir tutumdan uzak durmasını tavsiye ediyorum.
Genç öğrenci arkadaşlarımıza naçizane tavsiyem, kendilerini köşebaşı dükalarının menfaati için kullandırmasınlar. Boğaziçi’nde çeteleşmiş malum bir güruh var, o güruha yaranmaya da çalışarak şahsiyetlerinden vermemeliler.