Tehlikenin farkında mısınız?
Sakintepe, Yıldıztepe, Şirintepe, Tepebaşı, Gültepe,... buralarda ne yetişir. Abi buralar semt, birşey yetişmez. Sivrihisar, Seyitgazi, Malıç, İnönü nerede kurulmuş. Tepelerde. Hepsi tepelerde. Neden sizce? Bence iki nedenden dolayı. Birincisi sel, deprem gibi doğal felaketlerden korunmak için tepelerde yerleşik hayata geçilmiş. Pamukova, Çukurova, Alpu ovası gibi ovalar da şehirleri ile değil ürünleri ile tanınan yerlerdir. Şehirler ve şehirleşme geçmişten bu yana hep yüksek tepelerin eteklerinde olmuştur Anadolu’da.Düzlüklerde de tarım yapılır.
Gerçekten böyle mi günümüzde? Hayır değil. Ne de olsa düzlükte iş yapmak kolay olduğundan olsa gerek, ovalarda oturur olduk. Ve de doğanın gücüne de karşı koyabileceğimizi sandık, yanıldık.
Peki düzlüklere indik de işi bilim ve teknolojinin söylediklerini uygulayarak mı yaptık? Bir hayır daha. Bakın Batıkent’ten örnek vereyim. Batıkent’te 2 katlı, 3 katlı,..., 13 katlı binalar var. Belki fazlası da vardır. Halbuki Batıkent gibi yumuşak zeminli bir arazide bilim insanlarının, konunun uzmanlarının söylediklkerine göre 3 katı geçmemek gerekir. Şöyle de çok genel bir terim var: Yumuşak zeminde en fazla 3 kat, sert zeminde 8 ila 12 kat arası bina yapmak gerekir. İyi de Batıkent’te 3 katlı binanın yanında 13 katlı bina var. Bu nasıl iş. Hangisi doğru. Sıvılaşmaya uygun bir zeminde 13 katlı bina yapamazsınız. Yaparsanız sonucun ne olduğunu gördük büyük acılar içinde. Bir şey değişir mi? Hiç sanmam. Raflar raporlardan dolup taşıyor, okuyan, bakan, dikkate alan var mı? Yok.
Televizyonda bir gazeteci diyor ki, “insanlarla konuştum şu sitenin yıkılmasının nedeni altındaki bankada kolonların kesilmesiymiş”. Devam ediyor “diğer binada da dondurmacı kolonu kesmiş”. Hatırladınız mı 1999 Depreminde de Eskişehir’de yıkılan bir binada da bir oto galericinin kolon kestiği söylenmişti. Peki nasıl engel olacağız buna. Bina ya da site yöneticileri bundan sorumlu olamaz mı? Binada kolon ya da kitiş kesen, kesilmesine göz yumanlara ağır ceza uygulanamaz mı? Cinayetten farkı yok.
Ve unutmayınız ki şehrimizin hemen yanıbaşından bir fay geçiyor ve az ötede bir baraj var. Siz ovaya yerleşmeye, sanayi kurmaya devam edin.
Şehrin göbeğindeki bitişik nizam eski binalara ne demeli. 13-15 katlı eski 1999’dan önce yapılmış binalar. Yıkılmasından vazgeçtik, molozları toplayacak kamyon sokamazsınız o alana. 1980’li yılların başında hatırlayınız Doktorlar caddesindeki en yüksek bina 4 katlı filandı. Sonra bir furya hepsi yenilendi bitişik nizam, altı yüksek kotlu dükkanların olduğu çirkin binalar. Şehrimize gelen misafirlerimizi gezmeye Odunpazarı’na götürüyoruz, bir estetik ruhu olduğundan. Osmangazi Üniversitesi’ne giderken eski adı Hasan Polatkan yeni adı Atatürk olan bulvardaki manzaraya bir bakın. Elinize bir değnek alsanız çok da kuvvet uygulamadan bir metreye kadar ittirebilirsiniz o bölgede, birinci sınıf tarım alanıdır. Ne oldu biliyorsunuz Başkan Ayhan Boyer zamanında birden bire binalarla doldu. Kıvrıla kıvrıla giden yolun hikayesini de neden virajlarla gidildiğini de tüm şehir bilir aslında. Porsuk kenarındaki mekanlar da dinlenme mekanları olmaktan çıktı bir keşmekeştir gidiyor. Kimin umurunda? Sizce?
Cadde ve sokaklarımız dar, biz ne yaptık şehrin göbeğine alış veriş merkezi. Şimdi park yeri ara ki bulasın. Alış veriş merkezleri şehrin dışında olmalı ki bu tür sorunlara yol açmasın ve yeni cazibe alanlarının oluşmasına neden olsun. Bozdağın eteklerinde bir uydukent ve bir kaç alışveriş merkezi olsa fena mı olur? Aaaa pardon sizin o taraflarda yeriniz yoktu değil mi?
Günlerdir tarifsiz acılar yaşıyoruz. İncindik, kırıldık, bahanelere sığınıyoruz. Pandemi, deprem derken ülkece yorulduk. Ama 10 ilimizde yaşayan canlara söz yetmiyor, gözyaşı yetmiyor.
Yalnız şu tüm yurttan gönderilen yardımları tarlalara, yol kenarlarına atmaları yok mu çok yürek yaralayıcı. İnsanlar çok acı çekerken bir de onurlarını kırmayın. Eskişehirden yardımlar giderken bir de dağıtımların yapılacağı platformu olan bir araç yapılamaz mı? Bu alandan yardımların dağıtımlarının yapılması sağlanamaz mı?
Son bir şey daha. Misak-ı Milli sınırları içinde her can değerlidir, her karış toprak vatandır. Tarihte olduğu gibi yine doğarız küllerimizden Aşarız bu zorlukları da. Biz doğayı iyi tanırız o da bizi. Yeter ki kenetlenelim. Uynutmayalım ki felaketin yaşandığı topraklarda gözü olanlar var. Akl-ı selim olalım ve geleceği planlayalım. Saldım çayıra mevlam kayıra olmasın. Aman ha.