Aynaya tükürmek
Sürekli yalan söylemek zorunda olmak nasıl bir duygudur, hiç düşündünüz mü?
Gerçeği bile bile birilerine iftira atmak. Ülkeniz için her faydalı işi kötülemek zorunda olmak.
Kendi milletinin inançlarına, örfüne “profesyonellik gereği” karşı çıkmak, inançlarından dolayı milletle alay etmek.
On binlerce kadın ve çocuğu katlettiğinden hiç kimsenin şüphesi olmayan katiller çetesiyle alenen işbirliği yapmak. Ama ilgimiz yok, diyebilmek…
Kiralık katilleri “özgürlük savaşçısı”, olarak tanımlamak…
Dün ettiği yeminleri bugün çiğnemek…
Listeyi uzatmak mümkün.
Bir kişi her gün kendi şahsiyetini neden ayaklar altına alarak tarih sayfalarında lanetlenmeyi göze alır?
Bir insanı adeta profesyonel bir katil gibi davranmaya iten ne olabilir? Para, şöhret, makam, mevki hırsı mı?
Aklı başında insanların yapacağı şey mi bu?
Peki, İnsanlar, gerçekleri bile bile bu kişilere neden devleti ve milletin malını emanet etmeyi kabul eder?
Tam bağımsızlık çok çalışmayı gerektirir.
En masum ihtimal tam bağımsız bir ülke olmak için yapılması gerekenlerin insanlara yüklediği sorumluluğun ağır gelmesidir.
Yani tembellik. Bir işin ucundan tutmak yerine kaytarmanın en kolay yolu yapılacak işe muhalefet etmektir.
Rahat bir hayat için, karşılığında ne isteyeceğine bakmadan “hazır verenden almak”...
Tembellik zillettir…
Ancak konu bu kadar basit değil, zira konu tembellik olsa iftiradan ve yalandan yorulur ve ara verebilirlerdi. 11 şehrimizi vuran afette hiç değilse biraz olsun milletin acısına saygı gösterip yardım için koşanları örselemezlerdi.
Öyleyse, bu kadar yıkıcı olmalarının, acımazsızca saldırmalarının başka bir nedeni olmalı. İşte burada ortaya çıkan ihtimal hiç de masum değil.
Şantaj ve tehdit
Deniz Baykal’a, MHP’deki bazı milletvekillerine yaptıramadıklarını başkalarına yaptırabiliyor olmaları (Muharrem İnce'nin direncini kırmaları gibi) bizlere masum olmayan diğer ihtimalleri düşünme hakkı veriyor. Muharrem İnce’ye yapılanları gördükten sonra altılı masanın nasıl oluşabildiğini de, masadan kalkanların nasıl tekrar oturtulduğunu da tahmin edebiliyoruz artık.
Bu yalancı ve iftiracıları tanıyanlar; “aslında bu kişiler göründüğü gibi değiller, özünde iyi insanlar ama…”, deyip sonrasını getiremiyor. Demek istiyorlar ki “vicdansız değiller sadece çaresizler.” Yani direnmenin anlamı yok.
Peki, bu kişilere devleti ve milletin geleceğini emanet etmek isteyenlere ne demeli?
Yıkılmadan cumhuriyetle hesaplaşılamaz.
Buradaki ihtimal de masum değil. Bir öfke ve kin var. Türkiye geliştikçe büyüyen bir öfke, katmerlenen bir kin… Türkiye’nin ve Türk Milletinin her başarısında Cumhuriyetle hesaplaşma umudunu her geçen gün kaybeden kitleler…
Hendek olayları, Gezi olayları, 15 Temmuz… Orman yangınlarında, depremlerde, sel felaketlerinde gösterdikleri tepkilere bir bakın…
Göreceksiniz…
Bu nedenle ateisti, selefisi; LGBTQ’cusu, cemaatçisi; marksisti nasyonalisti bir oldular.
Fırsatını bulsa bir birini boğazlamaya hazır bu grupları tek çatı altında toplayan ortak payda Erdoğan nefreti mi?
Asla!
Hepsinin tek bir ortak paydası var: Cumhuriyetle hesaplaşmak.
Kendini Atatürkçü olarak tanımlayanlar, Cumhuriyetin kazanımlarından dem vuranlar neden bu güruhun içinde, diye sormayın. Muhtemelen kendileri de bilmiyor.
1930'lu yıllardan çıkıp bu güne bir gelebilseler, onlar da görecek.
Soğan mı dediniz?