Ya NATO Rusya'ya yalan söylediyse
"Güç" kelimesi ile "etik" kelimesi arasında bağlam kurabileceğimiz çok kuvvetli bir çekim yasası var.
Güçlü olan, anlaşmalara uyabilir ya da etiklik dışına çıkıp uymayabilir. Algıda etik olarak lanse edilmeyecek tüm olası durumların önüne yine güçlü olmanın getirisi olan medya öncülüğünde geçilir.
Rusya ve Ukrayna arasında yaşanılanlarda Ukrayna'nın zikredilmesi sadece basit bir ütopya.
Asıl mücadele "güç ve etik" arasında.
Mesela Rusya, Sovyetler Birliği'nin sona ermesinden bu yana görülmemiş bir şekilde Batı'nın tek taraflılığına meydan okumaya çalışıyor.
Ortada Amerika'nın amiral gemisi NATO'yu içine alan iki iddia var:
1- Moskova'nın, NATO'nun Soğuk Savaş bölgesinin ötesine genişlemeyeceğine dair aldığı sözler.
2- NATO'nun yeni üye devletlerin kabulüne son vereceğine dair hiçbir sözün verilmediğini savunması.
İşte işler burada sarpa sarıyor ve neredeyse tüm Ukrayna münazarasının oturum konusu bu iki iddia çerçevesine şekilleniyor.
Elbette "küresel elitlerin yeni güç odağını kaydırmaya çalışması" da bu işin bal ve kaymağı.
Zira "küresel elit güçlerin”, yani kapitalizmi ve emperyalizmi iliklerine kadar dünyaya hissettiren o meşhur bankerlerin, komünist Vladimir Lenin'e Ekim Devrimi'ni gerçekleştirmesi için sağladığı finansmanları asla unutmamak gerek.
Gelelim Rusya ve ABD'nin vadedilmiş sözler iddiasında kimin haklı olduğuna.
ABD, Rusya'ya genişlememe sözü verdi mi vermedi mi?
1990'da Batı ve Doğu Almanya'nın birleşmesi konusundaki müzakereler sırasında ve daha sonrasında 1993'te yine NATO, Barış için Ortaklık politikasını doğuya doğru genişlettiği sıralarda yaşananlar oldukça belirleyici nitelikte.
1990 yılının Şubat ayının başlarında, ABD liderleri Sovyetlere bir teklifte bulundular...
O dönemler NATO adına karar verebilme ve konuşma haddini kendilerinde bulan ABD Dışişleri bakanları James Baker ve Warren Christopher "çözüm süreci" diyebileceğimiz bir söylem sürecine girdiler.
1990 Şubat ayında ABD Dışişleri Bakanı James Baker, Almanya üzerinde iş birliği karşılığında ABD'nin, NATO'nun "doğuya doğru bir karış" genişlemeyeceğine dair garantiler verebileceğini öne sürdü.
Dönemin Sovyet Devlet Başkanı Gorbaçov yeniden birleşme müzakerelerini başlatmayı kabul etti. Resmi bir anlaşma her ne kadar yapılmadıysa da tarihe bakarsak her şey açıktı; Gorbaçov Almanya'nın batıya olan uyumunu kabul etti...
Arz-ı hâl ABD de, NATO'nun genişlemesini sınırlayacaktı. Bu, sözlü olarak James Baker tarafından söz verildi.
NATO'nun "Açık Kapı Politikası" ve çelişkileri
NATO'nun "Açık Kapı Politikası", İttifak'ın kurucu belgesi olan Kuzey Atlantik Antlaşması'nın 10. Maddesine dayanıyor.
Madde 10: Taraflar, bu Antlaşma'nın ilkelerini geliştirebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğine katkı yapacak durumda olan herhangi bir Avrupa devletini bu Antlaşma'ya katılmaya oy birliği ile davet edebilirler. Davet edilen Devlet katılım belgesini Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti'ne vererek bu Antlaşma'ya taraf olabilir. Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti aldığı her bir katılma belgesinden tüm Tarafları haberdar edecektir.
Aslında kısaca; "Kuzey Atlantik bölgesinin güvenliğine katkıda bulunabilecek" her Avrupa devletine kapının açık olduğu ifade edilir.
Varşova Paktı ortada yok, "Kuzey Atlantik bölgesinin" güvenliğini sağlamasını gerektirecek durumlar önemli ölçüde ortada yok…
O halde NATO neden var?
Son 72 yılda, 30 ülke özgürce kendi iç demokrasisine ve süreçlerine uygun şekillerde hareket ederek NATO'ya katıldı.
Fakat NATO'ya katılım konusundaki süreçler aslında "kapının" kapatılabileceğini de gösteriyor.
Devletlerin, NATO'nun kendi kurallarına göre katılımı değil, başvurma hakları vardır.
Başvurular gerekirse kabul edilmeyebilir.
Eğer bu gerçekten isteniyorsa...
Washington, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Macaristan, Baltık Devletleri dahil olmak üzere diğer eski Varşova Paktı ülkelerini peş peşe NATO'ya taşıyarak ve Rusya ile de belli bir mesafeye yaklaştıkça, takas konusunda yıllarca yalan söyledi.
Putin, son zamanlarda 1990 Baker Anlaşması'na atıfta bulunarak Ukrayna'nın NATO ittifakına asla kabul edilmeyeceğini sık sık ifade etti.
Yazının en başındaki, "güç ve etik" konusuna geri dönersek.
Güçlü olan, her olay ve olgunun sonucunda gelişecek yeni olay ve olguları sınırlayan durumları kılıfına uydurabilir.
Statükocu bir yaklaşım izleyip barış ortamını koruyabilmek yerine güçlü olanın etik ilkeler üstündeki revizyonist yaklaşımı sadece kaostan beslenenlerin oluşturmak istediği düzenin temelleri.
Ukrayna'daki kimsenin görmediği, görmek istemediği ABD menşeli virüs laboratuvarlarını "küresel elit" revizyonizminin politik süreçler içerisinde nasıl meşrulaştırılmaya çalıştığını da göz ardı etmemeliyiz.
Umarım en kısa sürede Ukrayna hem Rus tehdidinden hem de ABD’nin güdümünden kurtulur.
Umarım en kısa sürede ABD, Rusya'yı tehdid eden girişimlerinden vazgeçer.
Kaynaklar:
http://www.williamengdahl.com/englishNEO9Mar2022.php
https://alethonews.com/2022/01/15/did-nato-leaders-lie-to-russia/