Önce kavramların bir çerçevesini çizmekle başlayalım.
Ekonomi; insanın doğa, insanın insan, insanın toplum ve insanın mal ve hizmet ile olan ilişkilerini konu alır.
İnsanın doğa ile ilişkisi kendisini üretimde gösterir.
İnsanın insan ile ilişkisi kendisini ticaret gibi ya da mali hizmetler gibi alanlarda gösterir. İnsanın toplumla ilişkisi kendisini örneğin çalışma yaşamında gösterir. İnsanın mal ve hizmet ile olan ilişkisi de örneğin tüketim, yatırım gibi alanlarda ortaya çıkar. Ekonomi; insan ve toplum davranışları üzerine kurulu bir bilim olduğu için sosyal bilimler arasında kabul edilir.
Yani bir matematik gibi değildir.
Aynı işlemi her yaptığında farklı bir sonuç alabilirsin.
Çünkü sosyal bilimler insanla uğraşır.
İnsan, zamana, modaya, algılara, beklentilere göre değişebilir.
Bir zamanlar kolesterol yapıyor diye gözden düşen yumurta tüketimi bu iddianın aslı olmadığı öne sürülünce yeniden artabilir.
Japonya’da insanlar ellerine geçen gelirin yüzde 40’ını tasarruf ederken Amerikalılar sadece yüzde 20’sini tasarruf ediyor olabilirler. Kültür farkları, yetişme tarzları, adetler, gelenekler, moda insanları farklı kılar.
Bu farklılıklar birçok konuda evrensel teoriler geliştirilmesini engeller.
Bir de mesela…
Psikolojik yönü de vardır…
İnsanların iktisadi kararlar alırken her zaman “akılcı” davranmadığını, pek çok sosyal, kültürel ve psikolojik etki altında karar verdiğini ve iktisat politikalarının da bu faktörler dikkate alınarak tasarlanması ve uygulanması gerektiğini savunur bu konunun uzmanları…
Söz konusu iktisat politikaları şirket veya birey bazında olabileceği gibi, devlet ve hatta devletlerarası politikalar da olabilir…
Yapılan bir çalışmada New York Borsası (NYSE), güneşli günlerde yüzde 50’nin üzerinde bir olasılıkla artışla kapanmaktadır. Çünkü insanlar güneşli günlerde daha umutludur ve alım yapma eğilimindedir.
Ama doğrudan matematik ile ilgili bir ve kesin olarak ispatlı kısımları da elbette vardır.
Ve hatta çok da basittir.
Mesela; gideri gelirinden daha yüksek olan bir ekonomide sürekliliği sağlamak kesin olarak mümkün değildir ve iflas kaçınılmazdır.
Bu ister ev ekonomisi olsun, ister küçük işletme, isterse bir ülke ekonomisi olsun…
Giderin gelirden fazla olmasının adı “cari açık”tır…
Bu açığı önce borçla finanse edersin.
Sonra borçlar çevrilemez hale gelir ve sabit değerler paraya çevrilmeye başlanır.
Sabit Değerler ev, bina, toprak, makina gibi kullanılan ve satış için elde tutulmayan taşınır ve taşınmazlardır.
Bunlar da bittikten sonra belki bir takım hizmetler, kölelikler vs… gibi satılacak bir takım başka şeyler daha uydurulur…
Çünkü bu kısır döngünün sahipleri senin ölümünü değil, senin onlara ölümüne bir sadakat ile karın tokluğuna köleliğini isterler.
İşte bu cari açığı, cari denge yapabilirsen bu iç güveysinden biraz hallice bir durum sayılır.
Cari açığı, cari fazlaya çevirebilirseniz bu ise iflasa götüren kısır döngüden net çıkışınız ve güçlü bir ekonomiye sahip olduğunuz anlamını taşır.
Bundan sonrasında uğraşacağınız konu refahın toplumdaki paylaşım sorunu olacaktır…
Kavramlar konusuna devam edelim…
Mesela reel efektif döviz kuru…
Türkiye’nin dış ticaret ilişkisi içinde bulunduğu ülkeler içerisinde önemli paya sahip olanların para birimlerinden oluşan sepete göre TL’nin ağırlıklı ortalama değeri, ‘nominal efektif döviz kuru’nu verir.
Bunun fiyat etkilerinden arındırılması sonucu bulunan ortalamaya da reel efektif döviz kuru denir.
Bildiğimiz standart günlük kurlara nispeten, içinde ağırlıklı ortalamalardan ve fiyat etkilerinden oluşan daha derin bir hesaplama olduğu için Reel Efektif Döviz Kuru, TL’nin satın alma gücündeki değişimleri daha gerçekçi ortaya koyan bir veridir.
Reel efektif kur endeksi hesaplamasında “100”, “denge değeri” olarak kabul edilmektedir. Reel efektif kur endeks değerinin 100’ün üzerinde olması Türk lirasının olması gerekenden daha değerli olduğu, 100’ün altında olması ise Türk lirasının olması gereken değerken daha düşük seviyede seyrettiği anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla, reel kurdaki artış ülkemizin dış ticaretini olumsuz etkileyen bir durumdur. Reel kurun artması, hem yabancı mallar görece ucuzlayacağı için ithalatı arttıracak, hem de Türk malları görece pahalı hale geldiği için ihracatı zorlaştıracaktır. Sonuçta ülkemizin dış ticaret açığı yükselecektir. Reel kurun düşmesi ise tam tersi bir etkide bulunacak ve ithalatı azaltırken ihracatı teşvik edecektir.
Tabi burada da bir denge durumunu oluşturmak ve istediğiniz dengede stabil seyri sağlayabilmek de önemlidir.
Reel efektif kurun düşüşü başlangıçta fakirleşme ve alım gücünün düşmesi olarak yansısa da, bir sonraki evre ekonomiyi güçlendirip refahı artıracaktır.
Yerli üretiminiz artacak, ithalat bağımlılığınız azalacak, cari açığınız cari fazlaya dönecek ve ihracatınız artacaktır.
2001 yılında kişi başı milli gelirimiz 3000 dolar iken 2011 yılında 10300 dolara çıkıp müthiş bir performans göstermişti.
Mesela ABD bu 10 yılda 36000 dolardan 48000 dolara yükseltmişti bu miktarı….
Şimdi rakamlar üzerinden konuşmak çok ilginçtir.
Nasıl mı?
Bir bakış açısına göre; ABD bu on yılda bizim toplamımız kadar farkı kişi başı milli gelirine ilave etmiştir…
Yine aynı rakamlar üzerinden bir başka bakış açısına göre ise; ABD bu on yıllık periyodda ancak yüzde 33 lük bir artış sağlayabilmişti.
Türkiye ise yüzde 350'lik bir artış sağlayarak ABD'nin tam 10 katı bir performans sergilemiştir…
Bu iki çıkarım da doğrudur…
Ancak birisi çok ve çok daha fazla doğrudur…
İkinci çıkarım, yani 10 kat daha fazla gösterilen performans çıkarımı şunun da ipucunu verir bize; bu iki eğri bu şekilde devam ederse Türkiye'nin kişi başı milli geliri bir müddet sonra ABD ‘yi yakalar ve geçer.
Ancak Türkiye’nin bu grafiği sürdürülebilir kılması temel zarurettir.
Eğer cari dengeniz açık veriyorsa bu grafiğiniz sürdürülebilir olmaz.
Bu seviyeye çıkar ve orada kalırsınız.
Buna da “orta gelir tuzağı” denir.
Nitekim öyle de oldu.
Burada muhalif ekonomist Mahfi Eğilmez’in 2012 yılında yazdığı bir makaleden alıntı yapmak istiyorum:
“Orta gelir tuzağına düşmemek için ne yapmak gerekir?…
Yukarıda orta gelir tuzağına düşen ekonomilerde neler olduğunu kısaca anlatmıştım. Bunları bir kez daha sayalım:
(1) Tasarruflar ve dolayısıyla yatırımlar düşük düzeyde kalır.
(2) İmalat sanayisinde gelişme yavaş yürür.
(3) Sanayide çeşitlenme ortaya çıkmaz.
(4) Emek piyasasında koşullar zayıf kalır.
Demek ki bu tuzağa düşmemek için bunları tersine çevirmek gerekiyor.
(1) Tasarruf oranını artırmak ve bu yolla yatırımlara iç finansman sağlamak orta gelir tuzağına düşmemenin ya da düşülmesi bu tuzaktan kurtulmanın en önemli gereklerinden birisini oluşturuyor.
Oysa Türkiye’de tasarruflarla yatırımlar arasındaki fark giderek açılıyor.
2) İmalat sanayisinin gelişimini hızlandırmak gerekir.
McKinsy’in araştırmasının (Manufacturing the Future: The Next Era of Global Growth and Innovation, McKinsey, 2012.) sonuçları bu açıdan çok çarpıcıdır. Türkiye, dünyada yaratılan imalat sanayisi katma değerindeki pay açısından 1990 yılında 13’üncü sırada, 2000’lerde 15’nci sırada yer alırken 2010’da liste dışına çıkmış bulunuyor. Beklenenin tam tersine bir gelişme.
Yani Türkiye en hızlı büyüdüğü on yılda, ondan önceki yirmi yılda olduğu kadar bir imalat sanayisi katma değer payı yaratamamış.
Bu durum Türkiye açısından orta gelir tuzağına düşmenin tehlike çanı demektir.
(3) Sanayide çeşitlenme açısından Türkiye’nin durumu iyi görünüyor. Her ne kadar imalat sanayisinde dünya çapında bir yer edinememiş olsa da sanayisini son elli yılda oldukça çeşitlendirmiş, bir kaç mala dayalı üretimle sınırlı kalmamıştır.
(4) Emek piyasasında koşulların değerlendirilmesini yaptığımızda Türkiye’nin burada birçok iyileştirme yapmasının zorunlu olduğunu söylememiz mümkündür.
Bu piyasadaki temel konu piyasa koşullarının esnek hale getirilmesidir.
Bu düzenlemenin önünde oldukça güçlü bir direnç vardır ve bu direncin kırılması kolay değildir.
Özetle söylememiz gerekirse Türkiye’nin orta gelir tuzağına düşmemek için alması gereken birçok önlem vardır. Türkiye 2010 – 2020 arasındaki on yılı 2000 – 2010 arasındaki on yıldan farklı olarak yapısal önlemlere hız vererek geçirmek zorundadır.”
Nitekim 2011 den bugüne;
-2013 yargı darbesi oldu
-2015’te hendek olayları oldu
-2016’da fetöcü askeri darbe girişimi oldu
-2016’dan beri yurt dışında 150 bin asker ile 15 ayrı bölgede aktifiz
-2019’dan beri pandemi ve kriz boyutunda küresel ekonomik yansımaları tüm ülkelerin ana sorunu….
Tüm bunlara rağmen 2021 sonu itibari ile Türkiye iki haneli büyüme rakamı ile net pozitif öne çıkıyor…
İhracat rakamları rekor üzerine rekor kırıyor…
BİST rekor üzerine rekor kırıyor…
Savunma başta olmak üzere bir çok alanda ithalatçı ülkeden üretici ve ihracatçı bir ülkeye evrilmişiz.
Demek istiyorum ki, üst gelir gurubundaki ,refah seviyesi yüksek ve aynı zamanda güçlü ve hatta çok güçlü bir devlet olmanın eşiğindeyiz…
Keşke bir de….
Buna engel olmak isteyenlere gönüllü maşa olacak bir muhalefetimiz yerine…
Daha iyisini tapmaya talip bir muhalefetimiz olsaydı…
Ama her şeye rağmen gelecek Türkiye'nin ve 21.asır Türklerin asrı olacak.