Fikri Sağlar ve eski laiklik anlayışımız
Bir televizyon programında türban ile ilgili sözlerinden sonra Sayın Fikri Sağlar tartışma gündemimizin ana başlıklarından biri oldu. Söz konusu tartışmayı televizyonda canlı olarak izlemekteydim. Sayın Fikri Sağlar o sözleri söyler söylemez o sözlerin gündem olacağını düşündüm. Sayın Sağlar o sözleri söylemezden önce de tartışmadaki bir muhatabına cevap niteliğindeki müdahalesinde o sözleri sarf edeceğinin işaretini vermişti. Cumhuriyetin nitelikleri üzerine konuşurken Cumhuriyet ve Laiklik üzerinden tutumunu belirgin olarak ortaya koydu. Devamında da türbanın siyasi bir simge olduğunu, başörtüsüne karşı olmadığını ama türbana kamuda izin verilmesinin sakıncalı olduğunu çünkü kendisini türbanlı bir hâkim yargılayacak olsa o hâkimin adil olacağına inanmadığı mealinde sözler sarf etti...
Şimdi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dahil olmak üzere birçok kişi Sağlar'ı kınıyor ama çok yakın geçmişte Sağlar'ın söylediği sözler çok yetkili ağızlardan her gün duyduğumuz sözlerdi. Hele Deniz Baykal CHP'sinin ana mücadele hattı bu söylem üzerinden kurulmuştu. Deniz Baykal'dan sonra CHP'de bu konuda yumuşama oldu. Başkanlık sistemine geçildikten sonra ise eğer yüzde 50+1 oy alınmak hesabıyla muhafazakâr “dostları” gücendirmemek için olsa gerek CHP bu konuda çok ileri bir noktaya evrildi. Artık söylemlerinin bu kadar yadırganıyor olmasına eminim Sayın Sağlar da çok şaşırıyordur.
Daha önce de çeşitli vesilelerle yazdım, Türkiye'de laiklik olduğu iddia edilen bir sistemle kolay bir yol seçildi. Toplumsal hayatta çeşitli dini grupların barış içerisinde, birbirlerine müdahale etmeden, kınamadan, zorlamadan görünür olmaları imkânı tercih edilmedi. Devletin de her bir dinsel görüntüye eşit mesafede durması ama grupların tüm dinsel gereklerini yerine getirmelerine de karışmadığı bir sistem tercih edilmedi. Kolaya kaçıldı. Herkesin dinsel tercihinin saygın ve görünür olması değil, tümünün görünmez olması istendi. Hiçbiri ortada olmazsa herkes eşit olur sanıldı... Hele Cumhuriyetin ilk yılları bu aşırı düşüncenin hayata geçirilmesi yönünde zorlama işaretleriyle doludur...
Eğer sorunları tartışır gibi yapmayıp, gerçekten tartışma yolunu seçeceksek önce mevcut durumu inkâr etmeden tüm gerçekliği ile kabul ederek işe başlamak zorundayız. Din konusunda bu yönde yapacağımız kabul de mezhepler konusunu kabul edip o gerçeklik üzerinden çözüm aramaktır.
Oranları tam olarak bilinmese de Türkiye'de ağırlıklı olarak Sünni nüfus yaşamaktadır. Yine göz ardı edilmesi mümkün olmayan, önemli bir oranda da Alevi nüfus yaşamaktadır. Bu iki gruptan sonra gelen gruplar sosyal, toplumsal hayatta belirgin ağırlığa sahip olmayan gruplardır.
Kanımca ilk dönem Cumhuriyet Laikliği, çoğunluk olan Sünniliğin daha az olan Alevilik üzerinde baskı oluşturmaması maksadıyla hem Sünni ritüellerinin hem de Alevi ritüellerinin eşit, saygın, müdahalesiz, görünür olmalarını tercih etmektense tüm dinsel hayatın görünmez olmasını tercih etmiştir.
Türban konusu da dini bir ritüel olmasının yanında bence Sünni anlayışın gereği üzerinden ele alınıp tartışılmalı, gösterilen tepkiye mutlaka bu yönden de bakılmalıdır...
İleri bir laiklik anlayışını oturtmak istiyorsak da her dini anlayışın dinini özgürce yaşamasının önü açılmalı, hiç kimsenin herhangi bir dine ya da mezhebe inanmak zorunda olmadığı kabul edilmeli, ne devlet ne de gruplar birbirlerini rencide etmeden, saygı duyarak, farklılıklarını kabul ederek barış içerisinde yaşamalıdırlar...