Prof.Dr. Fuat Erdal: Keşke 20 yıl önce buraya rektör olsaydım
Anadolu Üniversitesi'nin Eskişehirli Rektörü Prof.Dr. Fuat Erdal, Motto Magazin'e konuştu, açıklamalarda bulundu... Prof.Dr. Fuat Erdal: "'Keşke 20 yıl önce buraya rektör olsaydım' diyorum. Burayı çok iyi bir araştırma üniversitesi yapardım."... ...
Anadolu Üniversitesi'nin Eskişehirli Rektörü Prof.Dr. Fuat Erdal, Motto Magazin'e konuştu, açıklamalarda bulundu... Prof.Dr. Fuat Erdal: "'Keşke 20 yıl önce buraya rektör olsaydım' diyorum. Burayı çok iyi bir araştırma üniversitesi yapardım."...
Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Fuat Erdal, Motto Magazin'de Yağmur Akın'ın sorularını yanıtladı... İşte o röportaj...
Fuat Erdal kimdir? Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
1967, Eskişehir, Çifteler doğumluyum. Aile kütüğümüze baktığımızda 1950’den beri hem anne hem baba tarafı Eskişehirli, burada doğmuş büyümüş. Dolayısıyla ben lise sona kadar Eskişehir’de eğitimimi aldım. Daha sonra Ortadoğu Teknik Üniversitesi, İktisat bölümünü kazandım. Ardından Akademiye olan ilgimden dolayı İngiltere’de, Leeds ve Nottingham üniversitelerinde yüksek lisans ve doktora yaptım. Ondan sonra akademik hayatım başladı. Adnan Menderes Üniversitesi ardından İstanbul Teknik Üniversitesi… 25 yılımı kamu üniversitelerinde tamamladıktan sonra da üç yıl İbn Haldun Üniversitesi’nde vakıf deneyimim oldu. Ondan sonra doğduğum büyüdüğüm şehrin üniversitesinin, Anadolu Üniversitesi’nin rektörü olarak tekrar kamu üniversitesine döndüm.
Rektörlük makamının sorumluluklarıyla nasıl başa çıkıyorsunuz? Büyük zorluklar büyük fedakarlıklar getirir. Sizin hayatınızda ne gibi zorluklar kaçınılmaz oldu?
Eskişehir’de, doğup büyüdüğüm yerde rektör olunca benim sorumluluklarım normal bir rektörün sorumluluklarının iki katı oldu. Çünkü hem doğup büyüdüğüm, beni büyüten topraklara karşı hem de üniversiteye karşı sorumluluklarım var. Bir de Anadolu Üniversitesi’nin şöyle bir özelliği var. Her ne kadar 22 bin 500 örgün öğrencimiz olsa da bu buzdağının üzerinde kalan kısmı ama altında da birbuçuk milyona yakın öğrencisiyle Anadolu Üniversitesi şu anda öğrenci sayısı itibariyle Türkiye’nin en büyük, dünyanın ise üçüncü büyük üniversitesi. Bu sorumluluğu yerine getirebilmek için de birçok şeyden vazgeçmek zorundasınız. Ailenize ayırdığınız zamandan, kendinize ayırdığınız zamana kadar bunlardan vazgeçip, bu zamanı eğitime, öğrenciye ve personele veriyorsunuz. O nedenle Anadolu Üniversitesinin rektörü olmak başka bir üniversitenin rektörü olmaktan daha çok sorumluluk yükledi bana. Buraya gelme nedenim, doğup büyüdüğüm topraklara karşı mesleğimin en verimli dönemlerinde bir tür hizmet aşkı diyelim. Bir işi severek yapmıyorsanız oradan keyif almamaya başlıyorsunuz ve o zaman yaptığınız fedakarlıklar ağır gelmeye başlıyor size. Bende öyle bir şey yok, ben severek geldim, kendi memleketim, rahat ve huzurluyum, severek bu mesleği yapıyorum. O nedenle Anadolu Üniversitesinin rektörü olmak benim için keyifli bir iş.
Eskişehir denilince akla gelen şey Anadolu Üniversitesi. Sizce böyle bir prestije sahip olmanın en temel faktörü nedir?
Anadolu Üniversitesi’ni Eskişehir’le özdeşleştirerek Türkiye’ye ve dünyaya mal eden muhtemelen Açıköğretim Sistemi’dir. Çünkü Anadolu Üniversitesi, Açıköğretim Sistemi ile uzaktan eğitimde hem Türkiye’nin hem de dünyanın önde gelen üniversitelerinden. Dolayısıyla Edirne’den Kars’a, New York’tan Kahire’ye… Nereye giderseniz gidin Eskişehir denilince akla Anadolu Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi denilince akla Açıköğretim Sistemi gelir. Bu da ülkemiz için gurur kaynağı olabilecek bir özellik.
Rektörlük görevinize geldikten sonra birçok protokole imza attınız. Bunlardan bahsedebilir misiniz?
Üniversitelerin üç temel amacı vardır, eğitim, araştırma ve topluma katkı. Türkiye’de hem kamu kurumları hem özel sektör işletmeleri hem de sivil toplum kurumlarıyla üniversitenin entegre olması gerekiyor. Bu tür iyi niyet anlaşmaları birçok üniversitede yapılır fakat bazıları kağıt üzerinde, sadece iyi niyette kalır ama bazılarında aksiyona geçer. Ben göreve geldiğimden beri fizibilitesi olmayan, ani aksiyona geçmeyecek, protokolde kalacak anlaşmalar içerisinde yer almadım. Bugün baktığınızda milli bir proje olarak değerlendirdiğimiz URAYSİM projesinden yüksekokullar için staj anlaşmalarına kadar bütün protokollerimiz uygulanabilir ve topluma katkısı olan anlaşmalar. Ticaret Odamızla, Sanayi Odamızla, Esnaf Odalarımızla yaptığımız protokoller ile yüksekokullarımızdaki öğrencilerin üç dönem üniversitede eğitim alırken bir dönem de iş sektörde, mutfağında öğrenmesini amaçlayan bir proje gerçekleştirdik. Umuyoruz ki yakın zamanda pandemi koşulları iyileşip, yüz yüze eğitime geçilirse, öğrencilerimiz artık doğrudan kurumlarda, işletmelerde işi mutfağında öğrenerek, teorik eğitimlerini pratiğe dönüştürecekler.
Devlet üniversiteleri arasında bir rekabetin olması gerektiğini düşünüyor musunuz? “Tercihim Eskişehir” Platformunun kurulmasının öncüsü oldunuz. Bu uygulamayı neden başlattınız? Amaçlarınız neydi?
Rekabet genelde özel sektörde, firmaların arasında olan rekabet olarak anlaşılır. Bu rekabet iyidir, sonuçta daha kaliteli, daha ucuza ürün ve hizmet olarak karşımıza çıkar. Vakıf üniversitelerinin ülkemize kurulmasıyla rekabet yükseköğretimde de başladı. Eğitim kurumları, devlet üniversiteleri arasındaki rekabet daha da görünür oldu. Kamu üniversiteleri biraz üzerindeki tozları silkeleyerek “Biz de varız, biz de kaliteli öğrenciyi, hocayı, asistanı çekmek istiyoruz” yarışına girdiler. Bu anlamda yükseköğretimdeki rekabet kaliteyi de beraberinde getirdi. Vakıf üniversitesinde çalıştığım dönem bana, üniversite yönetiminde biraz daha öğrenciyi odağa koyarak, rekabeti dikkate alarak çevik kararlar verme becerisi kazandırdı. “Tercihim Eskişehir” platformunda da bizim temel amacımız üç üniversiteyi bir araya getirmekti. Dolayısıyla burada “ayrılmış üniversiteler” algısını kenara itip “birlikte çalışan, birlikte güç oluşturan üniversiteler” yaklaşımıyla hareket ettik. Sağ olsun değerli rektörlerimiz ile bu projede birlikte hareket ettik. Sloganımız şu oldu: “Hangi alanda eğitim almak istiyorsanız bunu Eskişehir size sunuyor. Sağlık bilimleri de mühendislik de sosyal bilimler de burada. Dolayısıyla Eskişehir’e her alanda en nitelikli ve en kaliteli öğrenciyi, çekmek için oluşturduğumuz bir platformdu. Hakikaten çok fazla öğrenci adayımıza çok kısa zamanda online sistem üzerinden ulaştık. Onları hem sektörün ileri gelenleri hem de üniversitemizdeki değerli hocalarımız ile bir araya getirdik ve doğru kararı vermelerine destek olduk.
Anadolu Üniversitesi sosyal ve kültürel anlamda Türkiye’nin sayılı üniversitelerinden. Bu faaliyetlerden ve üniversitenin öğrenciye sunmuş olduğu diğer imkanlardan bahsedebilir misiniz?
Kent olarak Eskişehir öğrenciye çok güzel imkanlar sunuyor. Hem gastronomi, yeme içme anlamında hem barınma imkanları, yaşama anlamında hem de sosyo-kültürel faaliyetler anlamında Eskişehir’in vadettiği çok şey var. Anadolu Üniversitesinin dünyaya entegre olduğu, dünya üniversitelerine öğrenci ve personel gönderdiği oradan öğrenci ve personel aldığı 200’ün üzerinde değişim programı var. Onlarca öğrenci kulübü çok başarılı etkinlikler yapıyor. Sanat ve kültürel anlamda da hem Devlet Konservatuvarının olması hem de Güzel Sanatlar Fakültesinin olması kampüste sürekli yaşayan bir sanat ve müzik etkinliğini de beraberinde getiriyor. Tiyatro kulübünün ve konservatuvarın gerçekleştirdiği etkinlikler var. Hocaların ve öğrencilerin yapmış oldukları etkinlikler ve çalışmalarla kampüste dolu dolu bir yaşam var. Günümüz üniversite öğrencisi eğitimden öte bir şeyler istiyor. Kampüste canlı bir sosyal yaşam istiyor. Bu bağlamda Anadolu Üniversitesi hakikaten de ülkemizin en iyi ve sayılı üniversitelerden birisi.
Anadolu Üniversitesinin en önemli özelliklerinden bir tanesi küreselleşmeyi başarabilmiş olmasıdır. Üniversite bazında bu küreselleşme ne anlama geliyor?
7 bin uluslararası öğrencisiyle en büyük üniversitelerden birisiyiz. Bu da şundan kaynaklanıyor, yaptığımız 200’ün üzerinde uluslararası anlaşmalarla örgün öğrencileri için yurtdışında çok geniş bir eğitim imkanı sunan bir üniversiteyiz. Bir taraftan da yaklaşık 40 yıllık bir açık ve uzaktan öğretim deneyimimiz var. Dolayısıyla 28 ülkede şu anda öğrencisi olan, programlar, eğitimler veren, sınavlar yapan bir üniversiteyiz. Birçok saygın ülkelerde temsilciliklerimiz, bürolarımız var. Burada Anadolu Üniversitesi, Açıköğretim Sistemi bayrağıyla sadece Eskişehir’in üniversitesi değil, Türkiye’nin uluslararası düzeyde bayrağını taşıyan küresel bir üniversite haline gelmiş durumda.
Sizce neden öğrenciler Anadolu Üniversitesi’ni tercih etmeli?
Genç kuşak artık üniversitelerden bir eğitimden fazlasını bekliyor. Elbette öğrencilerimizin önceliği kaliteli bir eğitim, kendi yeteneklerine, hedeflerine uygun bir bölümde okumak. Marka değeri yüksek bir üniversitede okumak da rekabetten dolayı önemli bir hale geldi. Neden burası dediğimizde de Anadolu Üniversitesi, nitelikli eğitim hizmetlerinin yanında sunmuş olduğu geniş araştırma imkanları ve aktif kültürel yaşamı iyi bütünleştiren bir üniversite. Bir şehir üniversitesi aynı zamanda. Şehre uzak bir kampüs değiliz, öğrencinin ulaşımı kolay, şehirdeki her türlü sosyo-kültürel etkinliğe rahatça katılabiliyorlar. Bunun ötesinde sürekli yaşayan bir kampüse sahibiz. Yine Anadolu Üniversitesi üç öğün verdiği kaliteli ve bütçe dostu yemekhane hizmetleri ve kütüphanesiyle öğrenciler tarafından tercih edilen ve sevilen bir üniversite. Kampüs içindeki aktif sosyo-kültürel yaşam ve kulüplerin yaptığı etkinlikler de öğrencilere birlikte üretme ve yaşama geçirme yeteneklerini de kazandırıyor.
Anadolu Üniversitesi’nin sağlamış olduğu teşvik bursları da üniversitenin öğrenciler tarafından tercih edilmesini sağlamakta. Bu burslardan da bahsedebilir misiniz?
Başarı bursları yeni başladığımız projelerden bir tanesi. Geçen eylül döneminde alınan öğrencilerle uygulanmaya başladı. Burada temel amacımız “Rekabette biz de varız” demek. Çünkü Anadolu Üniversitesi’nin bu kadar derin bir kültürü, akademik altyapısı varken, YKS sınavlarından daha yüksek puan almış öğrencileri neden çekmesin? Başarı bursları projemiz ile bilgisayar, öğrenim hayatı boyunca rezidansta oda, üç öğün yemekten istifade etme gibi fırsatları öğrenciye sunduk. Aynı zamanda bazı burslularımız da nakit şeklinde de destekler vermeye çalıştık. Yine güzel sanatlar ve konservatuvar öğrencilerimizi de unutmadık. Konservatuvar ve güzel sanatlar öğrencilerinin, okurken hayal ettiği şeyler neyse; bir Berlin Filarmoni Orkestrası katılmaktan tutun, Venedik Bienali’ne katılmaya kadar bunlarla ilgili bursları öğrencilerimize vaadettik. Bunların sonucunda Eylül’deki sonuçlara baktığımızda üniversiteye giriş puanlarımızda oldukça yüksek puanlarla öğrenci aldığımızı gördük. Örneğin eşit ağırlıktan ilk 5 binden 4 öğrenci aldık, sözel puan türünde Türkiye 188’incisi İletişim Bilimleri Fakültemize geldi. Yine özel yetenek sınavıyla öğrenci alan bölümlerimize de oldukça yoğun başvurular aldık. Bu dönem başvurular sürecinde çok daha yetenekli öğrencimizi üniversitemize kazandırmış olduk. Bu tür burslarımız devam edecek. Burada önemli olan üniversitemizin kaynaklarını etkili bir şekilde kullanmak ve bunu öğrenciye aktarmak.
Bir dilek hakkınız olsaydı Anadolu Üniversitesi için ne dilerdiniz?
Bazen “keşke buraya 20 sene önce rektör olsaydım” diyorum. Çünkü Anadolu Üniversitesi hem fiziksel hem finansal imkanları çok geniş bir üniversite. Bu bağlamda ben bir dilek tutmuş olsaydım burayı çok iyi bir araştırma üniversitesi yapardım. Uluslararası düzeyde araştırma imkanlarına sahip laboratuvarlar, kaliteli yayın yapan öğretim üyeleri ve eğitim kalitesiyle buranın çok iyi bir araştırma üniversitesi olmasını hedeflerdim.
Başarılarınızı nasıl bir disipline borçlusunuz? Kendinizi nasıl motive ediyorsunuz?
Başarının arkasında her zaman disiplinli bir çalışma vardır. İsterseniz ilkokul öğrencisi olsun, isterseniz üniversiteye hazırlanan bir öğrenci olun, isterseniz meslekte olan bir kişi olun… Hangi aşamada olursanız olun disiplinli, azimli ve sürekli bir çalışma başarıyı beraberinde getiriyor. Aslında planlı bir çalışmayla her şeye vakit ayırabiliyorsunuz. Şu da bir gerçektir; başarı hiçbir zaman tesadüf değildir. Başarının arkasında mutlaka azimli, disiplinli ve planlı bir çalışma vardır.
Futbola ilgi duyuyor musunuz? Sizin tuttuğunuz takım hangisi?
Futbola aslında çok fazla ilgim yok ama Eskişehirli olduğumiçin Eskişehirspor denildiği zaman damarım kabarıyor. O yüzden Kırmızı Şimşeklerin her zaman bayrağını da evimde tutarım. Voleybola daha çok yatkınım. Daha çok voleybol oynuyorum.
Ne tür kitaplar okumayı seversiniz? Unutamadığınız, okuduktan sonra hayatınızı değiştirdiğini düşündüğünüz bir kitap var mı?
Kitap akademisyenin ayrılmaz bir parçası. Şöyle geriye, ortaokul ve lise yıllarıma doğru bir baktığımda, pek çok hikaye ve şiir kitabı okurdum ama akademik hayata başladıktan sonra artık tercihlerim mesleki kitaplara doğru yönelmeye başladı. Hayatımı baştan başa değiştiren tek bir kitap olmadı ama hayatımda bazı yanlışları düzeltmeyi, bazı hedefleri koymaya yönelik birçok kitap oldu. Şu anda mesela İskender Pala’nın “Kalp” adlı kitabını okumaya çalışıyorum. İsmim Fuat. “Fuat”ın da anlamı “kalp” demek. Arapça’dan gelen bir isim. Tesadüfen kitapçılardan geçerken kapağını görüp içine göz attığım kitaplardan bir tanesi oldu. Hem kendimi yeniden keşfetmek, ismimi daha iyi anlamak adına, hem de kalp ve içindeki sevgi ile topluma daha farklı bir gözle bakmak adına kitap beni etkiledi. İnsanları sevmek, iyi bir yöneticinin sahip olması gereken bir özellik.
Oldukça etkileyici bir ses tonunuz var? Şiire ve müziğe ilginiz var mı? Sanatın hangi dallarına ilginiz var?
Şiir okumayı seviyorum ama hiç seslendirme yapmadım. Müzik hep oldu yaşamımda. Lise yıllarında halk oyunları oldu. Ortaokul ve liseyi Mahmudiye’de okudum. Yanlış hatırlamıyorsam ortaokulda iki sene hal oyunları ekibinde yer almıştım. Üniversite yıllarımda ise korolara katıldım. ODTÜ Türk Sanat Müziği Korosu’nda dört yıl hem koroda hem de solo olarak şarkılar söyledim. Adnan Menderes Üniversitesi’nin, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin korolarında, belediye korolarında boş vakitlerimi değerlendirmeye çalıştım. Müzik hakikaten çok keyif aldığım bir alan. Hem dinlemeyi hem söylemeyi sevsem de bu aralar sadece dinleyebiliyorum. Sonuçta müzik evrensel bir dil. Bu yönüyle kampüste bir konservatuvarın olması gerçekten bir nimet.
Emeklilik hayaliniz var mı? Bize bahsedebilir misiniz?
Şu an hayatımın en verimli zamanlarımdayım. Dolayısıyla yaklaşık 28 yıllık, farklı kurumlardan elde ettiğim birikimi Anadolu Üniversitesi’ne aktarma, burada onları kullanma ve değerlendirme aşamasındayım. Tabii şu aşamada emeklilik düşünecek durumda değilim ama tabii ki her çalışanın bir emeklilik hayali vardır. Benim de akademik hayatı bırakıp pasif hayata geçtiğimde yine herkes gibi sya yakın bir yerde – Porsuk da olabilir bu – sakin bir hayat, bol bol kitap okuma müzik dinleme, tiyatroya gitme gibi hayallerim var.
Ne tür müzik dinlemekten hoşlanırsınız?
Sanat müziği ağırlıklı hem aldığım eğitim hem de dinlediğim müzikler ama duruma göre değişiyor. Bazen öyle bir modda olursunuz ki klasik müzik tercih edebilirsiniz, öyle bir modda olursunuz ki bangır bangır pop müziği dinlemek istersiniz. Doğrusu müziğin her türlüsünü dinliyorum.
Mutfakla aranız nasıldır?
Mutfakla aram gayet iyi. Yani yemeyi seviyorum. Tabi bir Eskişehirlinin en çok sevdiği şey çibörektir. Daha yerel ve kültürel yemekleri de severim, yaprak sarması gibi. Eskişehir’in damak tadı çok iyi aslında, mutfağı çok zengin bir kent. Eskişehir’in bütün yerel ve kültürel yemeklerini severek yiyorum. Yemek yapma konusunda da fena değilimdir.
Siz sosyal medyayı etkin kullanıyor musunuz?
Ben sosyal medyaya biraz hayatımızın vazgeçilmezi olarak girdiği için yakın durmaya çalışıyorum ama çok da içinde değilim. Aslında çok zorunda olmadıkça kullanmamaya çalışıyorum. Bunun nedeni ise fazla vakit tüketmesi. Ayrıca sosyal medyada doğruluğu kontrol edilmemiş çok fazla bilgi var. Bu bilgi de bazen araştırmayı sevmeyen, edindikleri bilgilerin doğruluğunu teyit etmeyi sevmeyen, bunu öncelemeyen insanlar için tehdit oluşturabiliyor. Ben sosyal medyada gezinmektense kitap ya da yeni çıkmış bir makaleyi okumayı tercih ederim.
Pandemiyle birlikte uzaktan eğitim sürecine girmiş bulunmaktayız. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu bir gerçek ki, tüm hocalarımız öğrencilerini özledi. Haziran sonunda, boş bir kampüste göreve başladım. Neredeyse 7’inci aydayız ve hala üniversitemiz boş. Öğrencisiz bir kampüs, kampüs değil. Pandemi sürecinde “verimlilik ve teknoloji” kavramlarını öğrendik. Anadolu Üniversitesi zaten 38 yıllık Açıköğretim Sistemi ile uzaktan eğitimi gayet başarılı yöneten bir üniversite. Açıköğretim Sistemindeki eğitim materyallerini örgünde de kullanma şansına sahibiz. Bu anlamda biz pandemi döneminde diğer üniversitelerle karşılaştırıldığımızda eğitimin aksamaması bakımından daha şanslı bir üniversiteyiz. Uzaktan eğitim, yüz yüze eğitime bir alternatif olmasa da bunun bir parçası. Yüz yüze eğitimde öğrenci hocayı dinlediği zaman daha farklı sorular sorabiliyor, interaktif bir ortama girilebiliyor, kendini geliştirici yönde hareket edebiliyor, ama bir taraftan da uzaktan eğitimde kullanılabilen materyalleri kullandığında, öğrencinin sürekli ya da yaşam boyu eğitim anlamında bir hazinesi oluyor. Bu anlamda pandemiden sonra yüz yüze eğitime geçtiğimiz dönemlerde dah – umarız en yakın zamanda geçeriz – uzaktan eğitim ya da online eğitim platformları eğitimin bir parçası olacak. Çünkü online eğitimde, öğrencinin sürekli erişebileceği eğitim materyalleri, öğrenme yöntemleri ile daha fazla verimlilik var.
Eskişehir yaşantısını nasıl buluyorsunuz?
Yıllardır İstanbul’da yaşamış birisi olarak Eskişehir bana cennet gibi geliyor. Şu anlamda; Eskişehir’de çok kısa sürede her istediğinizi yapabiliyorsunuz, zaman tüketen bir şehir değil, aksine zamandan tasarruf ettiriyor. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de ya da yurtdışındaki herhangi bir şehirde bulabileceğiniz her türlü konforu Eskişehir’de bulabilirsiniz. Yeme-içme, kültür-sanat, aile ve iş yaşantısı anlamında gayet rahat yaşanabilecek bir şehir. Bunlar üniversite öğrencileri için de bir nimet. Örneğin İstanbul’u düşündüğünüzde, kaldığınız yerden üniversiteye gitmek için en az iki saat harcamak zorundasınız. Sadece zaman anlamında bir kayıp da değildir bu. Aynı zamanda öğrenciyi yorar ve maddi anlamda da zora sokar. Bu nedenle Eskişehir’de öğrenci olmak gerçekten büyük şans. Hiç yorulmadan tamamen kendilerine, eğitimlerine ve kişisel gelişimlerine odaklanarak üniversite dönemini çok daha konforlu bir şekilde geçirebilirler.
Bir rektör olarak üniversite sınavına girecek olan öğrencilere neler tavsiye edersiniz?
Üniversite yaşamı aslında sadece bir eğitim değil artık. Öğrenciler üniversiteyi bundan sonraki kariyerlerine, iş yaşamlarına hazırlayan bir platform olarak görürlerse daha dikkatli davranırlar. Çünkü artık üniversiteye adım attıkları anda mesleklerine adım atmış oluyorlar, orada biriktirdiği her bilgi onların meslekteki ve belki yaşamdaki başarılarını etkileyecek çünkü artık mesleki yaşamla, günlük yaşantınızdaki mutluluğunuz ilişkili. Belli bir yaştan sonra artık iş yaşamınızla ev ve aile yaşamınız birbirine girmeye başlıyor. Tercihte bulunacak öğrencilere benim birinci tavsiyem, önce kendilerini keşfetmeleri yani nasıl bir ortamda çalışmak istiyorlar, ne yaparlarsa mutlu olurlar, ne gibi yetenekleri var, yetenekleri hangi işlerde onları başarılı olmaya itecek, bu araştırmaları yapmaları lazım. Tabi lise çağındaki bir öğrencinin bütün bu keşifleri tek başına yapmasını bekleyemeyiz. Bu anlamda okullarından, rehberlik hizmeti veren birimlerinden, ailelerinden ve öğretim üyelerinden bu bilgileri toplamaları, edinmeleri lazım. Hani “Bilgi güçtür” diye klasik bir laf vardır. Tercihlerde bu bilgiler birer güçtür. Mesleki yaşantılarına dair, mesleğin beraberinde getirdiği avantaj ve dezavantajlarına ne kadar çok bilgi edinirlerse, o kadar doğru tercihte bulunurlar…
Yağmur Akın'ın yaptığı bu röportaj Motto Magazin dergisinin Şubat 2021 sayısında yayınlanmıştır. https://mottomag.com