Recep Dayı ve Eskişehir'in öteki yüzü
Eskişehir'de bazı ölüm haberleri aldık ardı ardına...
Eskişehir'de kayıp olarak aranan bir kadının cesedi Porsuk Çayı'nda bulundu, yakınlarının başı sağ olsun, Allah rahmet eylesin...
Eskişehir'de çok erken bir yaşta bir öğretmenimizi kaybettik... Şehit Yunus Baykal Ortaokulu Rehber Öğretmeni Okan Erer tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Eğitim camiamızın başı sağ olsun, Allah rahmet eylesin...
Bir de Recep Dayı'yı kaybettik... Recep Yıldız... Elinde bir şişe veya kadehle, Barlar Sokağı'nda "Seviyorum" diye bağırması ile sosyal medyadaki paylaşımlarla Eskişehir'in "simge"lerinden olan, özellikle Eskişehirli üniversite öğrencilerinin göz bebeği Recep Dayı'yı...
Peki bu şehirde bu kadar insan, sokaklarda yaşayan, kendini alkole veren, kimsesiz Recep Dayı'yı neden bu kadar sevdi?
Neydi onda bu kadar sevilen şey...
Özgürlüğü mü? Kimsenin ona karışamaması mı?
İstediği zaman, kafasına göre hareket edebilmesi mi?
Bilmiyorum...
Peki Recep Dayı neden böyleydi, neden sokaklarda yaşıyordu, nasıl bu hale düşmüştü, kendi mi seçmişti bu yolu, sorduk mu?
Bir ailesi var mıydı, çocukları var mıydı, ailesi ne durumdaydı, onları görüyor muydu, sorduk mu?
Hayır...
Hiç sormadık, Recep Dayı neden böyle, gerçekten mutlu mu ya da bu yaşadığı hayat güzel mi aslında?
Sosyal medyada ünlü yaptığımız, Eskişehirli gençlerin Barlar Sokağı'nda her gördüklerinde fotoğraf ve video çekindikleri, hayranı oldukları Recep Dayı, bir başına, kimsesiz bir köprü altında öldü...
Cesedi ancak birkaç gün sonra bulunabildi...
Özgürlükler şehri, Avrupa kenti Eskişehir'de... Herkesin bildiği, tanıdığı bir "kimsesiz"...
Şimdi, sosyal medyada Recep Dayı'nın ardından mesajlar yazanlara, unutmayacağız diyenlere bir anlam veremiyorum...
CHP İl Başkanı Recep Taşel'in, sırf sosyal medyada gündem diye, "Recep dayı, adaşım… Kimseye kötülük yapmadı, kendinden başka… Bir başka haykırdı, kocaman “SEVİYORUM” Çok üzgünüm, tüm Eskişehir gibi" diye mesaj atmasını içime sindiremiyorum...
O mesajlarda maalesef Eskişehir'in öteki yüzünü görüyorum...
Tıpkı, tramvayda elinde melodika ile "İzmir Marşı"nı çalan çocuğun videosunu sosyal medyada paylaşıp övünenler gibi... Daha önce de yazmıştım...
O çocuklar saatlerce üç beş kuruş kazanmak için neden sokaklarda, yollarda "İzmir Marşı" çalmaya zorlanıyor diye sormamamız gibi...
O çocuklar sonra ne yapıyor, ailesi okula yolluyor mu, o çocuğa sokaklarda saatlerce aynı şeyi çaldırmak işkence değil midir, sormamamız gibi...
Recep Dayı gibi "Seviyorum" diye bağırmak istiyoruz, onun bu bağırışına, özgürlüğüne gıpta ediyoruz...
Ama ardındaki acıları görmüyoruz, görmek istemiyoruz...
Bir perde çekiyoruz gözümüzün önüne, eğleniyoruz...
Eskişehir gibi bir şehirde nasıl olur da bir kişinin sokaklarda bu halde bir başına ölmesine izin verdik, sormuyoruz...
Eskişehir'in "özgürlükçüleri"nin artık bu soruları da sorması gerekmiyor mu...
"Seviyorum" diye bağıralım ama böyle değil... Ne diyordu Recep Dayı... "Yalan gibi değil, yanlış gibi değil, çakal gibi değil, kurnaz gibi değil"...
Değil mi?...