Meslektaşım Arif Anbar, Eskişehir Sanayi Odası Başkanı Celalettin Kesikbaş ile uzun, çok uzun, deşifresi ve yayınlanması günler süren bir röportaj yaptı.
Keyifle okudum, hepsini okudum. Arif'in eline sağlık...
Celalettin Kesikbaş, kendisine sorulan her soruya içtenlikle yanıt vermiş, öncelikle bunu belirteyim. Zira, hiç de kulağımıza gelen konuşmalarının dışında değil söyledikleri.
Kesikbaş, bugüne kadar Harun Karacan ile Nadir Küpeli dışında, şehrin neredeyse her seçilmişiyle çeşitli tartışmalar yaşayan bir kişi. Bu konulardaki soruları da içtenlikle yanıtlamış.
Ben, yazının sonunda kendisine iki çift laf edeceğim, ama çok uzun söyleşiden yine uzun bir alıntı yapayım:
***
"Ben size bu kentle ilgili sosyolojik bir konu söyleyeyim. Bu kentte herkes birbirini ayrıştırmaya çalışıyor. Hatta insanlar bazen işin dozunu kaçırıp kendi kendini bile ayrıştırıyor. Yani bir tarafı kıymetlimiz derken öbür tarafı Allah belasını versin der gibi oluyor. Öyle de bir durum var. Kentin temel probleminde ayrıştırma var. Kimse Celalettin Kesikbaş’ın güçlenmesini istemiyor. Kimse Nadir Küpeli’nin güçlenmesini istemiyor. Bunlar sürekli birbirleriyle kavga etsinler, kendi çöplüklerinde diplerine kadar bataklığa saplansınlar diye uğraşan birçok insan var. Ama bu burası için mi sadece? Bu nereye gidersen git kentin dinamikleri içerisinde bu böyle. Yani o nedenle de Eskişehir’de en önemli sıkıntı ortak iş yapamama; buna hastalık denebilir, kasaba kültürü denebilir. İnsanlar yeni insanların ortaya çıkıp daha üst seviyelere gelmesini istemiyor olabilir. Kurulu bir düzen var bu kentte. O kurulu düzenin içerisinde yeni insanlara şans tanımamak, sürekli bacağından aşağı çekmek, sindirmek, yıldırmak için uğraşıyorlar. Bunun da en kolay yöntemi nedir? İnsanları birbirine düşürmek ya da birbirine düşmüş gibi göstermek. Buradan bir algı yapmak: ‘Yahu bunlar kendi aralarında bile anlaşamıyorlar’ algısı gibi.
Her konuda da anlaşmak zorunda da değiliz bu arada. Yani benim ilkesel olarak doğru bulmadığım bir şeyi sen eğer ilkesel olarak doğru buluyorsan, bu farklı olabilir. Benim ilkelerim ya da başka birinin ilkeleri sübjektiftir en nihayetinde. Ama bakın uzlaşılabilir. Bir de benim hayat görüşüme ilkesel olarak ters olan bir şey, başkasına göre doğru da olabilir. Yani her şeyde de uzlaşmak zorunda da değiliz. Burada temel ilke şu: Bu Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi (EOSB) olsun Eskişehir Ticaret Odası (ETO) olsun Eskişehir Ticaret Borsası (ETB) olsun; EMKO var, TEKSAN var, birçok yerin başkanı var... Minibüsçüler Odası var, Esnaf Odaları var… Oda dolu yani. Burada önemli olan konu şu; Eskişehir bunu kaçırıyor asıl: Her konuda uzlaşamaz, her konuda ortak nokta bulamazsın. Biz ortak bulduğumuz konuların üzerinden nasıl yürürüz, buna bakmak lazım. Diyelim ki 50 tane konu var. Anlaşamadığımız konuları bir kenara bırakıp anlaştıklarımızı nasıl yapabiliriz, bunun üzerinde yoğunlaşmamız lazım. Aslında bu çerçevede yürümemiz lazım. Bu belediyeyle olan ilişkilerde de böyle olabilir, devlet ilişkilerinde de böyledir. Yani herkes devletle uzlaşabiliyor mu? Hayır. Ancak herkesin devletle uzlaştığı konular var mı? Elbette var. Ama uzlaştığın konular nedeniyle de bütünü yok sayamazsın.
Tekrar söylüyorum: Eskişehir’de bir kesim var ve bu kesim kesinlikle yeni aktörlerin Eskişehir’in vitrinine çıkmasını istemiyor. Ben bu konuda kendi açımdan gocunmuyorum. Ama bu anlayış gençlerin önünü kapatıyor. 30-40 yaş arası gerçekten dinamik, aktif, zeki, bu işlere meyilli insanlarla görüşüyorum ben. Ama gençler vazgeçmeyi tercih ediyorlar. ‘Yahu ne uğraşacağım ben’ diyorlar. Yani bunları teşvik etmemiz, cesaretlendirmemiz gerekiyor. İşte bazı yazılar ve dedikodular çıkınca da bu arkadaşların önemli bir kısmı bu işlere girmek istemiyor.
Eskişehir’in siyaseten de Sivil Toplum Kurumları açısından da temel problemi bu. O yüzden bakıyorsun, aynı konuyla ilgili normalde bir STK ya da iki STK olması gerekirken Eskişehir’de 40 tane aynı konuyla ilgili STK var. Ahmet’in STK’sı, Mehmet’in STK’sına dönüyor iş. Onun yandaşlarının STK’sı, bunun yandaşlarının STK’sı… Halbuki neticede tüzüğünü müzüğünü okuduğun zaman aslında aynı amaca hizmet ediyor ama bu bence Eskişehir’e özel bir durum. Bunun sosyolojik olarak incelenmesi gerekiyor gerçekten de. Ama temel problem şu: Eskişehir’de bu koltuğa gelenler, iktidara gelenler, neyse işte bir kurumun başına gelenler buradan kalkmak bilmiyorlar. Kalkmak bilmedikleri için de bir jenerasyon iki jenerasyon yok olup gidiyor. Bakın Eskişehir’de bu makamları hak eden 3-5 bin Celalettin Kesikbaş var, ciddi söylüyorum. Ve hepsi ya sindirilmiş ya korkutulmuş ya kızdırılmış ya da küstürülmüş. Bunları kazanmak gerekiyor. Diyelim ki ben burada 30 yıl kaldım, düşünsenize benimle birlikte bu işe 30 yaşında başlayan ve 30 yıl bu koltukta kalan 2 jenerasyon bu koltuğu göremeyecek. Ya da burası için mücadele etmeyecek. Ya da mücadele ederken bu çabayı göstermeyecek. Çünkü nasıl olsa düzen kurulmuş, sistem kurulmuş. Tabii bu durum sadece burası için geçerli değil, kentin geneli böyle. O nedenle bu konuyla ilgili insanları biraz daha cesaretlendirmek gerekiyor. Onların özvarlıklarının çok kıymetli olduğunu sürekli anlatmak gerekiyor. Ben bunu fırsat bulduğum her ortamda üstüne basa basa anlatıyorum, tıpkı sizinle şu anda yaptığımız görüşmede olduğu gibi. Bu makamların onlar tarafından da yönetilebileceğini bu adamlara anlatmamız gerekiyor. Eskişehir’in entelektüel olarak altyapısı çok sağlam ama maalesef böyle bir sorunu var."
***
Arif, söyleşinin başlığı için Başkan Kesikbaş'ın, "Burası oturma değil, hizmet makamı" sözünü seçmiş. Bu söz ve başlıktan yola çıkarak diyorum ki:
Eyyy Celalettin Kesikbaş!..
Bu şehrin sanayicileri, sizi, şehrin yıllardır şikayet edilen konularını tespit etmeniz için seçmedi...
Evet, bu şehirde birileri bir düzen kurmuş...
Evet, bu şehirde birileri kurduğu bu düzeni, piyasaya giren yeni kişilerin bırkalamasını istemiyor...
Evet, bu şehirde zehir gibi gençler yetişti...
Evet, bu şehirdeki eski aktörler, yeni aktörlerin önünü açmıyor...
Evet, bu şehirdeki birçok kişi bir koltuk kaptığı zaman bir daha bırakmak bilmiyor...
Eeeee, bu tespitleri bizler yıllardır yapıyor ve söylüyoruz. Şimdi siz de bunları tespit etmişsiniz, çok güzel...
O zaman bunları söyleyene, "Öyle tespiti yapıp kenara çekilmek olmaz. Haydi bakalım bu düzeni yıkmak için çalışmaya başlama zamanı. Madem o koltuğunuz oturma değil, hizmet koltuğu. Bu, gençlerin önünü tıkayan düzeni değiştirmek için elinizi taşın altına koyun bir zahmet! Siyasetse siyaset, kavga ise kavga, mücadele ise mücadele. Ne yapmanız gerekiyorsa bir zahmet yapın da şu şehrin gençlerinin önü açılıversin lütfen..." denmez mi?
Denir...
Ve ben de söyledim zaten...
Haydi Başkan Kesikbaş...
O söyleşi sayfaları tespit yapma yeri değil, hizmet anlatma yeri...
Size zahmet başlayıverin lütfen bu şehrin makus kaderini değiştirmeye...
Şimdiden hayırlı olsun, kolay gelsin!..