Mesela ben o zamanlar Eskişehir’de yaşıyordum. Aynı zamanda da Eskişehir’in Kurtuluşu'nun yıldönümüydü…
Eskişehir’de yaşadığım için de muhtemel, son bahar kendini göstermeye başlamış, akşamları hava tir tir titretiyordu.
Ama o gün içimiz, ülkece hatta dünya genelinde ayrıca titredi…
Soğuktan değildi, umutsuzluktan değildi, parasızlıktan değildi ya da bir yakınımızı kaybettiğimiz için değildi…
O gün içimiz Aylan bebeğin cansız bedeninin sahile vuran görüntüsünü gördüğümüzde, insanlığımızı yitirdiğimizi fark ettiğimizde ayrıca titredi…
Yediden yetmişe herkes tepki gösterdi bu görüntüye, kimisi avaz avaz içinde insanlık namına bir duygu taşıyormuşçasına acısını dile getirdi, kimisi devletten hıncını çıkardı, kimisi savaşı lanetledi…
Oysa Aylan bebek o bota ailesiyle binmeseydi ve sokaklarda ya da mahallenizde denk gelseydi çoğunuz, iğrenerek bakardı ona ve ailesine.
Çok insanız ya…
Çabuk tükettiğimiz her şey gibi Aylan bebeği de tükettik.
Onun ölümü üzerinden kasılmadık pirim kalmadı.
Edilmeyen laflar kalmadı…
Biri de çıkıp demedi ki, “Aylan bebek ve ailesi gibiler için ne yapabiliriz? Onların ölmemeleri adına hangi önlemleri alabiliriz?”
Tek yaptığımız paso acı üzerine sos dökmek…
Damak tadımıza düşkün bir toplumuz ya, çok severiz sosları da acıyı da tüketmeyi…
Aslında bu yazı için tam bir yıllık bir araştırma yapmak istiyordum.
Fakat o kadar yoğunum ki, 1 yıl tek tek belge, haber, doküman incelemeye vaktim olmadığından sadece mart ayının başından beri bu güne değin olan süreci inceleyebildim.
Ülkemizin konumu gereği, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bir köprü durumundayız.
Doğu ve Güney doğu sınırlarımızda savaşın, terörün olmadığı ülke yok gibi…
Haliyle canını kurtarmak isteyen Türkiye adlı köprüden geçmek zorunda.
Ki, dünya bu insanlara düzensiz göçmen tanımını verdi…
Şimdi bir de Rusya-Ukrayna savaşı çıktı.
Etkilerini şimdilik hafif yaşıyoruz.
İlerleyen süreçte neler yaşarız bunu bilmek güç.
Savaşın seyri her şeyi değiştirebilir, dengeleri ya bozabilir ya da dengesizlikleri dengeye sokabilir.
Az önce de belirttim ya mart ayının başını inceledim diye…
Mart ayının ilk gününden itibaren ülkemizde hangi illerde kaç düzensiz göçmen yakalandı biliyor musunuz?
Hani Aylan bebeğe üzülen ve duyar kasan çok değerli, insanlar?
Çünkü her akşam göçmen haberleri önüme düştüğümde ve bir de fotoğrafları da varsa ben o sağ kurtulan insanların içinde hep Aylan bebeği arıyorum.
Onu fotoğraf karelerinde bulamasam da, onun yaşında olanların kurtarıldığını ve Aylan bebekle aynı sonu yaşamadıklarını görünce içimi az da olsa bir rahatlama kaplıyor.
Fakat bu da çok kısa sürüyor.
Çünkü önlerinde kocaman bir bilinmezlik var, kalsalar suç, gitseler ya da geri dönseler ölüm.
Bunu bildiklerini benim de bilmem o sevincimi kısa tutuyor.
Elimden bir şeyler gelmiyor ve bu bile acımı daha da arttırıyor.
Sizler gibi klavye delikanlılığı da yapamıyorum.
Sadece rakamlara ve fotoğraflara bakıyorum.
Bugün bu rakamları çıkartıp yazımı yazdıktan sonra biliyorum ki, bu sayılara yenileri eklenecek gün bitmeden.
Mesela Muğla. Muğla’da denize açılıp, Sahil Güvenlik ekipleri tarafından mart ayının birinden itibaren en az 557 düzensiz göçmen yakalanmış...
Tekirdağ’ da 42 düzensiz göçmen, Çanakkale’de 33, Gaziantep’te 68, İzmir’de 1048, Aydın’da 48, İstanbul’da 337, Batman’da 70, Van’da 929, Kilis’te 365, Bitlis’ te 88, Ağrı’da 197, Kırklareli’nde 126, Erzincan’da 2028, Balıkesir’de 61, Sakarya’ da 63, Ankara’da 4…
İnsan sayılarının sadece bir rakamdan ibaret olduğunu görmek üzücü…
Keşke terör olmasa, savaşlar olmasa, açlık olmasa, ülkelerin refah seviyeleri eşit ve yüksek olsa …
O zaman kimse göç etmek zorunda kalmazdı belki de…
Çok ütopik olabilirim bu anlamda ama, bugün benim ülkemin insanları bile bu ülkeden ayrılmak istiyorken, hatta bir bir ayrılıyorken, yukarıdaki sayılarca insanı neden yargılayalım?
Neden onlara ikinci, üçüncü hatta sınıfsız insan muamelesi yapalım?
2 Eylül 2015’i hatırlıyor musunuz?
Paylaş