Birkaç gündür bu yazıyı kaleme almaya niyetlenip ertelemiştim. Fakat her sabah çıktığım yollardaki kronik problemlerin tekrarlanması daha fazla ertelememem konusunda beni tetikledi. Senelerce Eskişehir’de trafikle ilgili problemimiz yok, şöyle iyi bir şehirde yaşıyoruz, gideceğimiz yer en fazla 15 dakika diyerek, özellikle İstanbullu dostlarımızı imrendiriyorduk. Fakat okulların da açılmasıyla birlikte ileride yaşayacağımız daha büyük problemlerin farkına varmaya başladık.
Kronik trafik sıkışıklığı, şehir hayatında bizlerin yaşam kalitesini etkileyen bir sıkıntı haline gelmeye başladı. Sanayi bölgelerinin şehrin bir tarafında yoğunlaşması, okul bölgelerinin tam ters yönde konumlanması ilk bakışta daha sağlıklı gibi görünse de şehir merkezinden, ana arter çevre yoluna çıkışların belli saatlerde yaşanan yoğunluğun, önlemler alınmaz ise ileride daha fazla sıkıntıya yol açacağı aşikardır.
İşim gereği ülkemizin birçok ilini görme ve oradaki yaşamı gözlemleme şansım oldu. 9 yıl İstanbul’ da yaşayan biri olarak, trafik konusunda Eskişehir’den belki de bu kadar çaresiz, bu kadar çıkmaza girebilecek potansiyeli olan başka bir şehir görmedim. Büyük şehirler haricinde, Eskişehir ile kıyaslayabileceğimiz, Denizli, Konya, Manisa, Gaziantep, Afyon, Malatya, Muğla vb. gibi şehirlerde doğu-batı veya kuzey-güney ana bağlantı yollarının mutlaka alternatif büyük bulvarlar ile çevrelendiği görülüyor. Yani şehirler arası yola çıkmadığınızda mutlaka daha geniş bir alternatif güzergahınız bulunuyor. Fakat maalesef şehrimizde kuzey-güney bağlantısı olmadığı için doğu-batı ekseninde ki alternatifsizlik bugün için belli saatlerde, yarın ise daha çıkmaz bir hale geleceği kesin. Bu problemin çözümü ise şimdilik maalesef siyasi bir çıkmazın içinde. Mevcuttaki çevre yolunun artık şehrin doğu-batı ekseninde bir bulvardan farkı olmadığı gerçeği şurada dursun. Çünkü bu yazının ana konusu alternatif yolların neden düzenlenmediği, siyaseten içinde bulunduğumuz çıkmazın sebepleri filan değil.
Kısa vadede yapılacaklar alenen ortadayken, bizim biraz daha farklı şeyleri düşünerek en azından çocuklarımıza bırakabileceğimiz yaşam alanlarının nasıl olacağı veya trafik davranışının geliştirilmesi ve bir kültür olarak yerleştirilmesinin gerekliliğini konuşmamız gerekiyor. Bu bilincin gelişmesinin eğitime, ekonomik gelişmenin getireceği iyileşmeye, teknik ve fiziki altyapının geliştirilmesine, denetim ve yasaların yaptırımının sağlanmasına ve bu konu ile ilgili resmi ya da resmi olmayan tüm kuruluş ve organizasyonlar arasındaki koordinasyonun oluşturulmasına bağlı olduğu gerçeğini kabul etmemiz lazım.
Ülkemizde ulaşım problemlerinin çözümünde yaşanan darboğazın en önemli sebebi; bu konuda eğitimli ve uzmanlaşmış insan kaynağının olmayışıdır. İlköğretimden yüksek öğretime kadar uzanan eğitimdeki açık, medyanın ve Trafik Genel Müdürlüğü'nün çabalarıyla giderilmeye çalışılmaktadır. Ancak hazırlanan programlar daha çok sürücülerin trafik içerisinde davranışlarını düzenlemeye yöneliktir. Yani anlayacağınız “Önleyici ve düzenleyici” faaliyetlerdir. Fakat bizim asıl ihtiyacımız “Öğretici ve Eğitici” faaliyet bilincini oluşturmamızdır.
Şehrin herhangi bir yerinde yaşanılan kazaların tümü insan kaynaklı. Trafiğin oluşmasında aklımıza ilk yolların yetersizliği gelse de aslında eğitimsiz ve bilinçsiz sürücülerin oluşturduğu gizli trafiği görmezden geliyoruz. Gereksiz şerit değiştirenleri, sol şeritte hız sınırının altında seyredenleri, ışıklarda yan yollara girerek, tekrar ana yola çıkmaya çalışanları, minibüslerin, taksilerin her fırsatta yolların sahibi gibi davranmalarını, otobüs duraklarına park edenleri, park edilmemiş olsa bile otobüs şoförünün durağa girmeyerek yoldan yolcu almasını, hala yaya geçidi ve yaya üstünlüğünü anlayamayanları, şehir içinde yasak saatlerde kamyonların dolaşmasını, acemi sürücülere duyulan sabırsızlığı, kadın sürücülere yapılan saygısızlığı, ışıklarda bekleyen acelecilerin yarattığı stresi… ve daha sayabileceğimiz bir sürü etkeni görmezden geliyoruz. Ve dikkat ettiyseniz bu saydıklarımın hiçbiri altyapı ile ilgili değil. Tüm bunlar, git gide artan şehir merkezlerinin nüfusuna bağlı olarak yaşadığımız ve daha fazlalarını yaşayacağımız eğitim ve kültür ile ilgili etmenler.
Dünya nüfusu artıyor, ülkemiz ve şehrimizde de. Alman Dünya Nüfusu Vakfı'nın (DSW) verilerine göre, 2020 yılında 82,3 milyon artan dünya nüfusu 2021'e 7 milyar 837 milyon kişiyle giriyor. İstatistikler, dünyadaki insan sayısının her saniye 2,6 kişi arttığını gösteriyor. 2023 yılına kadar dünya nüfusunun 8 milyarı aşması bekleniyor.
Bunun ne anlama geldiğinin farkında olmamız lazım. Bize ekonomi dersinin ilk gününde öğretilen şey; Ekonominin, ihtiyaçlarımızı kıt kaynaklar ile karşılama faaliyeti olduğu idi. Senelerdir bu tanımı yaparlar ve senelerdir bahsedilen o kıt kaynakların artık kıtlıktan yokluğa geçeceği dönemlerdeyiz. Yediğimiz her şeyin değişmesi, suyumuzun azalması, iklimlerin değişimi, nüfusun artması sonrasında artan ihtiyaçları karşılayamama tehlikesi ve en önemlisi bu artışa ters orantılı eğitim ve kültürel faaliyetlerin azalması.
Her şey elimizin altında artık, eskiden bilgi daha fazla değerliyken şimdi bilgiye ulaşma isteği daha değerli. Öğrenmek istediğimiz her şeye bir tık uzaklıktayız, yeter ki akıllı teknolojiye karşı biz de akıllı olalım. Belki bir nesil iyi veya kötü geçiyoruz fakat çocuklarımızın geleceği için, daha güzel bir dünyada yaşamalarına salık vermemiz gerekiyor. Bunun için ilk yapmamız gereken evimizdeki ahlaki ve değer eğitimi. Sonrası gelecektir. Trafikte de, sosyal yaşantımızda da, yeter ki ahlaki değerlerimizi iyi tanımlayıp, çocuklarımıza doğru olanı gösterelim.