Resmî Gazete’de yayımlanan atama kararına göre oyuncu Tamer Karadağlı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne getirildi. Yapılan bu atama sonrası Tamer Karadağlı 'yı tebrik edenler kadar eleştirenler de oldu.
Benim konuya bakış açım, sanatsal, kültürel, yetkinlik, liyakat vb. gibi bir çerçevede değil.
Gerçi eleştiren veya destek çıkanlar da bu çerçevelerden bakmıyorlar ya.
Türkiye’de uzun yıllardır sanat adına yazılıp çizilenler, resmedilenler, çekilen filmler, yapılan müzikler belirli bir düşünsel birikimi de doğal olarak yansıtır ve bu birikime tartışmasız bir şekilde sol bir birikim demek mümkündür. Gerçi bazıları sanatın “altın” çağının 60 ve 70’ler olduğunu ama o dönemlerde sanatçıların sadece büründükleri rol ile özdeştirildikleri için apolitik olarak görüldüklerini söylerlerdi. 80 ve 90’lardan sonra -TV ile birlikte, daha fazla görmeye başladığımız “sanatçı” kimliği artık apolitik değil tam da aksine “sanatçı muhaliftir”e evrilmeye başladı. Bu söylemlerin tam tersi de mesela “sağcı aydın olmaz” gibi bir safsatadır.
Sanatçının iktidarla, iktidarın da sanatçılarla mücadelesi, sanat tarihi kadar eskidir aslında. En ileri demokrasilerde de sanatçı yöneteni eleştiren, meydan okuyan kişiydi. Değişen tek şey; demokratik hukuk devletlerinde sanatçı iktidara meydan okusa da yönetici erk, sanatçının eleştirilerini düşünce özgürlüğüne yorar ve onunla hesaplaşmak yerine hoş görür, ders çıkarır ve sineye çekerdi.
İstisnalar kaideyi bozmaz mı?
Örneğin Atatürk’ün de yanında birçok şair, ressam, operacı vb gibi sanatçılar olmuş ama hiç birinin muhalefet yaptığı görülmemişti. Peki bu sanatçılar aslınsa muvafık değil de yalaka/yandaş mıydılar?
O halde, sanatçının liderler ve iktidarlar karşısında muhalif olması bir kuralsa bunun istisnası olmaz. Her iktidara karşı geçerlidir. Aksi takdirde paradigma çöker.
Yakın siyasi tarihimizde örneklerini çok görmüşüzdür bu durumun. Turgut Özal, Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz gibi siyasetçilerin her daim eleştirisini hiciv ile yapan, aslında erk karşısında durmaya çalışan bir sanatçı profillerini hep görmüşüzdür.
Biliyorsunuz, Türkiye’de yakın siyasi tarihimizde sol bazı yerel yönetim deneyimleri dışında hiçbir zaman iktidar olamadı. Ancak kültürel alanda solun her daim güçlü bir hegemonyası vardı. Sanatın her alanında sola yakın, muhalif duyarlılığı yüksek isimlerin ön planda olduğunu söylemek mümkün.
Ama gel gelelim ne zaman ki bu milletin değerlerine, kültürüne, örfüne küfür etmeye, muhalif olmak adına teröre ve teröriste destek vermeye başlandı, o zaman iş kabak tadı vermeye başladı. Biz de mındar yemiyoruz biliyorsunuz.
Eğitimci/Yazar İsmail Özcan bunu şu şekilde anlatıyor;
“Türkiye’de çok partili demokratik hayata geçildiğinde, özellikle Demokrat Parti ve Adnan Menderes’in iktidar olduğu 1950’den itibaren laik, Kemalist aydın, sanatçı ve bürokratlar, halk iradesinin iktidar çıkarmasından hiç hoşnut olmamışlar; sandıktan çıkmış bütün sağ/muhafazakâr iktidarlara karşı demokratik muhalefeti değil düşmanca bir karşı çıkmayı, halkın belirlediği iktidarları aşağılamayı seçmişlerdir. Türkiye’de “sanatçı/aydın muhalif olur” söylemi demokratik değil, antidemokratik, irrasyonel bir zihniyetin felsefesidir.”
“Bizde “sanatçı/aydın muhalif olur” dendiğinde, gerçekte sadece sağcı/dindar/muhafazakâr iktidarlara muhalif olmak kastedilmektedir. Bu ise demokratik değil, hastalıklı bir muhalefettir. Bu hastalıklı muhalefet günümüzde en ağır şekliyle Recep Tayyip Erdoğan’a ve AK Parti iktidarlarına karşı yürütülmektedir. Ağzıyla kuş tutsalar, aydın ve sanatçı diye nitelenen laik/Kemalist/solcu kesime kendini beğendiremez. Çünkü AK Parti’ye muhalefet olgular üzerinden, yaptıklarına ve yapmadıklarına bakarak rasyonel bir şekilde değil, imaj üzerinden yapılmaktadır. Bir an için belki bu da normal karşılanabilir. Ama bu muhalif aydın ve sanatçıların mevcut iktidara ve liderine oy vermiş halka hiçbir saygılarının olmaması, bilakis o halkı alabildiğine hakir görmeleri, onu “göbeğini kaşıyan adam”, “bidon kafalı” olarak nitelemeleri en büyük demokratik ayıptır.”
Son tahlilde demek istediğimi anlatabildiysek ne mutlu.
Yok anlaşılmadıysa Erem Şentürk’ün şu tespiti ile bitirelim;
Belki daha anlaşılır olur…
“Tamer Karadağlı’ya yönelik itibar suikastinin altında yatan mesele siyasi bir mesele değil. Tamer Karadağlı AK Partili değil. Hiçbir zaman olmadı şimdi de değil.
O halde neden saldırıyorlar?
Şöyle açıklayayım:
Sanat dünyası bir mafya düzenidir. Köşe başlarında dinozor baronlar vardır. Şu şartları yerine getirmeyeni boğup kanını içerler.
1-PKK sempatizanı olacaksınız ve propagandaya destek vereceksiniz.
2- Ermeni yanlısı olacaksınız ve “Soykırım” meselesinde Türkiye’ye saldıran tarafa destek olacaksınız.
3- Ekolojik Feminizm taraftarı olacaksınız.
4- LGBT propagandası yapacaksınız.
Bu şartları yerine getirmeyen sanat yapamaz, büyük projelerde yer alamaz, kitap yazmaz, resim yapamaz, beste yapamaz hele hele oyuncu hiç olamaz.
Tamer Karadağlı ne olduğu için değil ne olmadığı için saldırı altında.
Tamer Karadağlı ne değil?
PKK’lı sempatizanı değil, Türkiye düşmanı değil, LGBT kişisi ya da destekçisi değil ve ekolojik feminist değil. Öyleyse hemen boğulmalı ve kanı içilmelidir.
Yani konu tiyatro ve sanat değil.
Konu sanat dünyasındaki asırlık diktatörlüğün karanlık deliklerinde yaşayan vampirlerin çığlıkları. Kan istiyorlar.”