Paris’te Charles De Gaulle havalimanının bir numaralı terminalinde kapılar arasında koşuşturan, son dakika hediyelerini alan veya bir kafede uçak saatini bekleyen işadamları, turistler, aileler, kırmızı plastik bir bankta kıvrılmış bir adamın olduğunu hiç fark etmediler.
Merhan Karimi Nasseri'nin hikayesinin, uluslararası geçiş bölgesinin küçük bir köşesindeki kırmızı bank evinde inanılmaz bir 18 yıl yaşayan ve Steven Spielberg’in gişe rekorları kıran The Terminal filmi için ilham kaynağı olduğunu biliyor muydunuz?
Yine de filmden farklı olarak, Merhan'ın hikayesi her şeye rağmen maalesef tatlı bir zafer hikayesi değil.
Film versiyonunda Viktor Navorski (Tom Hanks), hayali bir ülkenin vatandaşı olarak babasının son dileğini yerine getirmek için New York J.F.K havaalanına gelen fakat o uçaktayken, ülkesinde yaşan darbe dolayısı ile ülkesini tanımayan ABD’nin giriş izni vermediği ve havaalanında ikamet etmek zorunda kalan bir Doğu Avrupalı. Havaalanı çalışanları ile yoldaşlığı, İngilizce öğrenme mücadelesi ve kurallara sıkı sıkı bağlı havaalanı müdürü ile olan çatışması ve en nihayetinde bir hava hostesine (Catherine Zeta Jones) aşık olmasını Steven Spielberg gözüyle anlatılması.
Sir Alfred lakabını tercih eden İran doğumlu Merhan için gerçeklik, bu filmden çok farklıydı. Yıllar içinde zihinsel olarak kırılgan hale geldi ve gerçek dünyayla ilişki kurmayı bıraktı. Yapay bir ortamda yaşarken, havaalanı terminalinde yaşadığı neredeyse yirmi yıl boyunca açık gökyüzü görmedi veya temiz hava solumadı. Sert plastik koltuklarda asla iyi bir gece uyuyamadı ve can sıkıntısını sadece meraklı bir yabancı onunla sohbet etmek için uğradığında giderdi. Ve bu tam 18 yıl sürdü.
Her gün, yolcular gelmeden önce sabah 5.30'da uyandı ve umumi tuvalette traş oldu. Çünkü daha geç bir saatte tuvaletler turistlerle dolu oluyordu.
Yemek için, havaalanı personelinin ve terminalden geçen insanların cömertliğine güvendi.
Ama Merhan’ın acelesi hiç yoktu çünkü hiç bir yere gidemiyordu. Resmi mülteci evrakları acımasız bir kötü şans olayı nedeniyle, Paris'teki bir tren istasyonunda çalındığını iddia etmişti. Fransız yetkililer, Charles De Gaulle havaalanına geri döndüğünde onunla ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Bir mahkeme davası, Fransız makamlarının onu zorla havaalanından çıkaramayacağına hükmetti.
İlk etapta kötü şans ve bürokratik inat kurbanı olan Merhan, havaalanında yaşamaya alıştı ve günlük rutininde rahatlık buldu, günlüğüne yazdığı notlarda artık herkesi tanıdığını, İngilizce ve Fransızca öğrenmeye başladığını ve daha rahat olduğu belirtiyordu. Havaalanındaki postane hesabındaki paraya terminalde kaldığı süre boyunca zar zor dokunuldu, ancak esinlenme kaynağı olarak Steven Spielberg’in Terminal filmi için Dreamworks, hikayesinin hakları için kendisine 250.000 $ ödedi. Bu para başka bir yerde yeni bir hayata başlamak için fazlasıyla yeterli olacaktı.
1999'da Merhan'a nihayet mülteci belgeleri verildi ancak inatla imzalamayı reddetti. Uyruğunun İranlı olarak listelenmesine itiraz etti ve belgede adının, bir İngiliz göçmenlik mektubunun yanlışlıkla ismini listeledikten sonra benimsediği takma ad olan Sir Alfred olarak gösterilmesini istedi. Fransız insan hakları avukatı Christian Bourguet, Merhan'ın bu noktaya gelmesine yardım etti ve görünüşe göre, bir havaalanında 11 yıl sürgünde yaşadıktan sonra hayatına devam etmesine izin verecek kağıtları imzalamayı reddettiği için endişeliydi. Belgeleri imzalamak ona Fransa'da yeni bir yaşam şansı verebilirdi, fakat o daha zor olanı noye seçmişti?
Psikoloji uzmanları, Merhan’ın gerçekliğe olan hakimiyetinin, havalimanında hareketsiz geçirdiği yıllar ve garip bir paralel deneyimle tehlikeye girdiğini düşündüler. Yani Merhan için artık gerçek çok farklıydı. Hayatı buydu ve bu konfor alanından çıkmak onu daha da rahatsız edecekti.
The Terminal filmi 2004 yılında gösterime girdi ve çok popüler oldu. Filmin popülerliği, insanların Merhan’ın sıradışı hikayesine yeniden odakladı. Fakat çok ilginçtir Merhan The Terminal filmini hiç bir zaman izleyemedi.
Nasseri'nin havaalanında kalması Temmuz 2006'da hastaneye kaldırılıp oturma yeri söküldüğünde sona erdi. Ocak 2007'nin sonlarına doğru hastaneden ayrıldı ve kendisine havalimanının Fransız Kızılhaçı şubesi tarafından bakıldı; Havaalanına yakın bir otelde birkaç hafta kaldı. 6 Mart 2007'de, Paris’in 20. bölgesindeki bir Emmaus hayır kurumu kabul merkezine transfer edildi. Nasseri, 2008'den beri Paris'teki bir barınakta yaşamaya devam etmektedir.
Şu anda 75 yaşında olan Merhan -kendi tabiriyle Sir Alfred, hala Paris banliyölerindeki yaşımına devam ediyor diye biliniyor.
Bu hikayeyi yazma motivasyonuma gelirsek;
Son bir yıldır yaşadığımız bu pandemi durumu hepimizin birer Merhan / Viktor Navorski olmasına sebep olacak gibi görünüyor. Gerçeklik algımız, çalışma motivasyonumuz, hayata pozitif bakalımcılardan evrilmiş kişisel ve psikolojik gelişimciler ve uyarıcılar fazlaca etrafımızda. Dolayısıyla bu salgın, toplumsal ve ekonomik düzeni derinden etkileyen, kurumlara yönelik güven duygusunu sarsan, değerleri sorgulatan, belirsizlik ve korkunun hakim olduğu evrensel bir kriz oluşturmuş durumda.
Bu dönemde korku ve kaygı, gerginlik, her zamankinden daha çabuk yorulmak doğal tepkilerdir, bu tepkilerde aşırılık olması, günlük hayatımızı etkiliyorsa profesyonel destek alınması gerekebilir. Zaten bu dönemde artan antidepresan talebini duymuşsunuzdur.
Psikolojik sağlamlığımızı artırmaya yönelik atacağımız her adım-ki bu adımları başka bir yazıda belirteceğim, sürecin elimizden geldiğince en iyi şekilde atlatılmasına yardımcı olacaktır.
Son söz Yavuz Sultan Selim’in kaleminden gelsin;
Gamına gamlanıp olma mahzun,
Demine demlenip olma mağrur,
Ne dem baki ne gam baki, ya Hû!